9 yaşındaki kızla evlenen birine peygamber demek
- 51#266211 #266215 buyurun bulduğum başka şeyler. ehuehuehu dasdasdas diye okuyacaksanız okumayın. ben nasıl ki buradaki herkesi ciddiye alıyorsam ciddiye alınmayı beklerim. öyle evreni açıkladığımı kesin doğrular söylediğimi inanılmaz kültürlü kaslı ve zeki olduğumu da düşünmem. cahil olduğumdan da eminim. ona göre.#277927 anoktainoktagnokta | 15/08/2014 15:08
- 52@52 yine aynı sorun. komple sayfa adresini vermen lazım :D#277931 ikinci nesil | 15/08/2014 15:09
- 53#277939 anoktainoktagnokta | 15/08/2014 15:11
- 54@50 zaman farkı var. ayrıca anlatılanların kesin bir şekilde doğru olduğunu ya da farklı bir şekilde anlaşılmadığını bilemeyiz. hangi insan 9 yaşındaki kızı nikahına normal koşullarda alsın ki? yani bunu hangi insan yapsın. konuları çarptırmadan başka bir şey değil kanımca.
- 55@55 haklı olabilirsin düşününce. gerçekten kelimelerin anlaşılma biçimleri zamandan zamana değişiyor.#277945 anoktainoktagnokta | 15/08/2014 15:13
- 56@54 abi bunu başka zaman okurum, şimdi kafam almıyor.#277946 ikinci nesil | 15/08/2014 15:13
- 57@57 bulunan tek şey bu değil onu belirtmek istemiştim okumak şart değil :D#277947 anoktainoktagnokta | 15/08/2014 15:14
- 58@38 evet aig çok geriye gittim fakat kaçırdım biraz. buna değinmem gerekiyor mutlaka. senin savunduğun şey toplumun, yaşananların dinamik olduğu ve buna bağlı olarak ayete göre sıkıntı yaşanacağı. aslında tam tersi. ayet de dinamik, nikah çağına, olgunluğa erişilmesi tam anlamıyla dinamik bir durum. işte kuran'ın bana en çok güven verdiği nokta burası belki de. kuran her şeyi esnek bırakır. toplumun değişkenliği, insanların tavrı, teknoloji vs... bunlardan hiçbiri kuran'ı etkilemez. tabi kuran ayetlerinin esnekliği sayesinde. örneğin kuran'da bir devlet düzeninden bahsedilmez. bana göre bunlar fark edilmeyen müthiş ayrıntılar. konuya dönecek olursak aynı şekilde ayette nikah çağı, olgunluk çağı olarak adlandırılması, kesin bir yargı kullanılmaması tam olarak senin sorun dediğin şeye cevap niteliğinde. fakat neden anlaşılmadığını anlamamış durumundayım. kuran'ın üslubunda müthiş bir gizem var. bunları gözden kaçırmamak gerek.#277957 birtaşlabirkuşvuranadam | 15/08/2014 15:21
- 59@59 sıkıntı nerede doğuyor biliyor musun, çok tekrara düşüyorum ama: kitap kainatı açıklayan zamansız bir yol gösterici olarak sunuluyor. peygambere, allah'a ve kitaplara iman etmemek affı olmayan neredeyse tek cehennemlik davranış. yani yaşamlarımız ve devletlerimiz bu kitaba göre şekillenip kurulmalı. oysa mesela dediğin gibi kitap ekonomik bir düzen sunmadığından tamamen kitaba bağlı devlet yönetimi imkansızlaşıyor. kitabın getirdiği kurallar ise kendisinden önce bulunan, hammurabi'nin kanunlarına kadar bile geriye gidebilen basit ahlak kuralları. bunlar da doğal olarak toplumun bir gerekliliği olarak zaten ortaya çıktığından kitaba gerek yok. mesela öldürmeyi kötü buluruz çünkü yaşamak isteriz. kitaptaki her ahlak kuralının böyle temelleri vardır. kitaba ihtiyaç kalmıyor bunlar için. devlet yönetimini anlatmadığına göre devlet yönetiminde de kitaba ihtiyaç kalmıyor. evlilik çağına gelen kadın evlenir ayetine de ihtiyaç yok mesela. zaten gerçekte de öyle değil mi? biz evlilik çağını kaç olarak belirlersek kadın o yaşta evlenecektir. ayet sadece evliliğe bir çağ belirleyin demiş oluyor o zaman. bunun için kitaba ihtiyacımız var mı? insanlar toplumlarının gelişimiyle doğruları bulacak ve öğreneceklerse kitaba yine ihtiyaç kalmıyor. insanlar zaten öğreniyorlar onları.#277965 anoktainoktagnokta | 15/08/2014 15:26
- 60@60 yine ukalalık olacak idare edeceksin artık ama burada da kökensel hataya düşüyorsun. insanların çoğu zaman bir kitaba ihtiyaç olmadan kendi yollarını bulmaları, bu fıtratın insanlara bu kitabı yaratan tarafından verilmediğini göstermez. www.exkutupsozluk.com/... ahlak konusunda da aynı şekilde. açıkcası ben nesnel bir ahlakın din olmadan ayakta durabileceğini düşünmüyorum. örneğin fareler ile deney yapan bir adamı fareleri öldürüyor. fakat çıkıp da ben cüceler ile de bir deney yapayım demiyor. peki buradaki sınırlama ne? dinin yokluğunda elinizde hiçbir standart olmuyor. insanı temel taşı olarak da ele alamıyorsunuz. ahlak empati ile de şekillenmez, şekillenemez. örneğin önünde yürüyen birisinin cüzdanı düştü. eğer alırsan çıkarına olacaktır. cüzdanı ona vermen için elinde elle tutulur, objektif bir neden kesinlikle olamaz. çoğu dindarlarca ahlak insanın fıtratına yerleştirilmiştir. insanın empati ile bunların farkına varması, ahlakın insanın fıtratına yerleştirildiği gerçeğini değiştirmez. bunun için yine "kökensel hata" isimli başlıktaki yazımı okumanı öneririm.#277976 birtaşlabirkuşvuranadam | 15/08/2014 15:48
- 61cevap vereceğim birazdan şu anda yoğunum, güzel yere gidiyor tartışma.#277989 anoktainoktagnokta | 15/08/2014 16:09
- 62@62 bir şeyin kökenini araştırmanın amacı bellidir. mesela bir elmanın neden var olduğunu düşünürsen, onun geriye doğru kökenlerini incelemen gerekir. böylece elmanın ağacın meyvesi olduğunu, üremesi için gerekli olduğunu filan saptayabilirsin. ahlak konusunda da aynı durum geçerli. eğer geriye doğru araştırma hiçbir şeyi kanıtlamayacaksa, öyleyse bilimsel tüm yöntemler yıkılır. temel soru şudur: ahlaki kurallar nasıl ortaya çıktılar? söylediğim şey, bu sorunun cevabının verilmiş olduğudur. ahlaki kurallar toplum yapısının içerisinde bir gereklilik olarak ortaya çıkarlar. dinlerden de önce varlardı. dinler herhangi bir ahlaki kuralı yoktan var ederek insanlara öğretmedi. yani bu kuralların varlığı için dinlere ihtiyacımız yok, zaten varlar, var olmasalar dahi doğal olarak ortaya çıkacaklar çünkü varlıkları bir zorunluluk. dediğim gibi öldürmeyi yasaklarız, yaşamayı severiz çünkü. şimdi hiç öldürmeyi yasaklayan kötüleyen bir kural olmasa dahi kendiliğinden ortaya çıkacaktır çünkü beraber yaşamak durumundayız, bu yaşayışı sürdürebilmek için bazı şeyler yapılmalı, bazıları yapılmamalı. hırsızlık mesela ahlaki olarak tartışmalıdır. hırsızlık bazı toplumlarda bulunmaz bile. sınıflı toplumlarda bulunur neredeyse tamamen. onun da sebebi ortadadır. ama aç bir insana çalmaması gerektiğini anlatamazsın. çünkü yaşamak onun önceliğidir. bir kere aç kaldı mı bütün ahlaki kurallar geride kalır. ne yapmalı? açlığı ortadan kaldırmalı. ama hırsızlık kuralı için de dine ihtiyaç yok. bugün herhangi bir ahlaki kural için dine ihtiyaç yok. çünkü ahlaki kuralların sağlam kalabilmesi toplum yapısıyla ilişkilidir. arkadaşım yıllar önce şöyle demişti: ben islam olmasa cinayet işlerdim. neden öldürmeyeyim ki cehenneme gitmeyeceksem? e hapis cezası diye bir şey var arkadaş. ben niye adam öldürmüyorum? benim adam öldürmememin başka bir nedeni daha var. öncelikle sırf hapis cezası değil birini öldürmek toplum tarafından kabul edilmemek anlamına gelecektir ve artık yaşamım kolay kolay düzgün şekilde ilerlemez. bir diğer neden ise tabi ki empati yeteneği, bilmem ne, insani sebepler. dinleri varken de, yokken de eğer sen cinayet doğuracak bir toplumsal düzen içerisinde yaşıyorsan cinayet işlenir. öncelikle cinayeti ortadan kaldırmak için ona yol açan toplumsal problemleri çözmen gerekir, hırsızlıkta olduğu gibi. başaramazsan da, yaptırımlar uygularsın. sadece yaptırımlar dahi yeterli değildir. ama dinin buna hiç katkısı yoktur. yani yaptığımız tüm iyilikleri ileride altımızdan dereler akarken koltukta uzanıp hurilerimizi öpmek için mi yapıyoruz? bu başka bir problem doğuruyor: davranışlarımızdaki temelleri görememek .ahlak kurallarının temellerini görememek demek, davranışlarımızın temellerinin boş olması demektir. çünkü ahlak kuralları gerçekten kaynak alırlar ve tarih biliminin konusudurlar. sen yaptığın davranışların nedenlerini bilmiyorsan, demek ki o davranış sana dışarıdan yüklenmiş demektir. öyle olmasa bile temelleri sağlam olmadığından kolayca manipüle edilebilirsin demektir. zaten din de bu amaç için sık sık kullanılıyor. cennet vaadiyle insanlık dışı bir çok şey yaptırılabiliyor insanlara. oysa o insanlar sağlam ahlaki temelleri bulunan insanlar olsalardı, "yok kardeşim, insan böyle şey yapar mı, cennete gidecek bile olsam ben böyle bir şey yapmam" derlerdi. ama demiyorlar. çünkü dediğim gibi davranışlarının temellerinin farkında değiller. iyilik yapmanın karşılığı öldükten sonra alınmaz. yaşamda her türlü karşılık yaşamın içerisinde belirir. daha önce de dediğim gibi boğulan birini görürsem atlar ve kurtarırım. çünkü ben boğulursam beni başka kimse kurtaramaz.#278122 anoktainoktagnokta | 15/08/2014 17:48
- 63@62 bu arada gerçekten yerde cüzdan bulursam sahibini bulmaya uğraşırım. ben cüzdan kaybedersem başıma gelecekleri biliyorum çünkü. evden atılmayı filan geçtim en kötü ihtimalle bütün ayı aç gezerim. bunlar şaka değiller. yerde cüzdan gördüm müydü sahibine ulaştırırım o yüzden.#278128 anoktainoktagnokta | 15/08/2014 18:08
- 64@62 haydi bütün faydalarını geçtim, doğru olanı yapmış olmanın getirdiği özsaygı için dahi ulaştırırım cüzdanı. insanın insanca yaşayabilmesi için şu ya da bu dinden bağımsız binlerce yıldır bir mücadele sürüyor. dinler olmasa da bu mücadele sürecek. çünkü cehennem dediğini bu dünyada yaşayan insanlar var. onların mücadeleden başka şansı yok. din buna bir katkı sağlamadığı gibi, bir de üzerine bu hayattaki umutları öteki dünyaya atmayı öğretiyor. bu da insanların var olan insanlık dışı koşulları kabullenmesi anlamına geliyor. "çok şükür" deyip geçiyor insanlar. oysa yaşam dediğin bu işte. yaşamdaki umutları ölümden sonraya atmanın ne mantığı var? ayrıca din ahlaki değerlere uygun yaşayan topluluklar yaratabilseydi yaratırdı. ama onu kim yaratabiliyor? yine insan. nasıl? mücadele ederek. din olsa da olmasa da yine insan mücadele edecek bunlar için. ve kendi çıkarları olan şeyler için mücadele ediyorlar. fakirler ekmek hakları için mücadele ediyorlar mesela. kadınlar ezilmemek için mücadele etmeliler. katledilenler katliamların bitmesi için mücadele etmeliler. bunlardan doğal mücadele, ahlak var mı?#278133 anoktainoktagnokta | 15/08/2014 18:14
- 65@64 üzgünüm. iki gün müsait değildim. konuya bakamadım. fakat anladığım kadarıyla tekrara düşmek zorunda kalacağım. ayrıca konuyu çok da devam ettirmek istemiyorum. 66 da konu çok sapmış ve tam anlamıyla değişmiş. onlara da verebileceğimi sandığım cevaplarım var fakat dediğim gibi oraya girmek istemiyorum. yazarak ve konu gereği bir yere kadar oluyor fakat anladığım kadarıyla kökensel hatayı tam anlamıyla anlatamadım. senin burada ahlak konusunda savunduğun şey insanların sonradan empati yoluyla ahlakiliği kazandığı. zaten insani sebepler dediğin de bunlara bağlı olarak sonradan kazanılmış şeyler. fakat şurada kaçırılan bir nokta var. modern psikolojiye göre insanlarda ahlakilik bebek yaştan başlıyor. en basit şekilde herkesçe bilinen kukla deneylerini araştırabilirsin. ve modern dini inançlara göre ahlakiliğin tanrı tarafından verilmiş olunduğu yönünde. işte kökensel hata burada devreye giriyor. ahlakiliğin oluşumunda sonradan kazanılmış gibi bir köken gösteriyorsun, fakat gelişebilecek diğer olasılıkları yok sayıyorsun. belki de tanrı'nın insanın fıtratına bu özelliği yerleştirmesiyle insanlar ahlaki özelliklerini kazanmıştır. kökensel hatanın daha iyi anlaşılması için ufak bir araştırma yapabilirsin. 66 ya cevap vermeyecektim fakat yine de kısa bir cevap vermek istedim. konudan her ne kadar sapsa da: "din buna bir katkı sağlamadığı gibi, bir de üzerine bu hayattaki umutları öteki dünyaya atmayı öğretiyor." bu cümle ile umarım dini vurmak istemiyorsundur. tekrara düşeceğim fakat eğer dini vuruyorsan bu da yaygın bir hata. önceden dediğim gibi, islam ile müslümanların farkını iyi ayırt etmemiz gerekir. örneğin, her ne kadar az rastlansa da ahlaksız bir ateist görürsem işte ateizm böyle yanlış bir seçim demem açıkcası. insanların işi öbür dünyaya bırakmasını din öğretmiyor. insanlar kendileri öğreniyor. örneğin kusursuz bir devlet düzeni olsa bile, bu durum bazı insanların buradan kendilerine olumsuz anlamda çıkarabileceğini engelleyemez. "din, ahlaki değerlere uygun yaşayan topluluklar yaratabilseydi yaratırdı." bu söylemin kötülük kanıtına giriyor ve şahsına yönelik demiyorum kesinlikle fakat 66 da yazılanlar genel olarak bana çok basit geldi. tartışmadan zevk aldığımı söylemeliyim, böyle tartışanlar zor bulunuyor zira. kötülük kanıtını zamanında çok araştırmama rağmen konuyu çok uzatma taraftarı değilim açıkcası. fakat istersen bir ara onu da konuşabiliriz.#278927 birtaşlabirkuşvuranadam | 16/08/2014 22:06
- 66@67 evet güzel bir cevap olmuş, gerekli araştırmaları yapıp geliyorum.#278931 anoktainoktagnokta | 16/08/2014 22:14
- 67gönlünün her "kaydığından" çocuğu olana tanrı diyenler var.. onlar n' olacak?#278933 endoplazmikbircool | 16/08/2014 22:16
- 68@67 ahlak konusunda öncelikle daha yeni yazdığım bir yazı var, okuyabilirsen işime gelir işim kolaylaşır: exkutupsozluk.com/... uzun gibi görünüyor ama değil. zaten okumayı seven birine benziyorsun. bahsettiğin deneyi inceledim, güzel bir deney. yalnız altı aylık bebekler kullanılmış sanırım. ahlakı günümüzdeki karmaşık ve milyonlarca yılda gelişmiş haliyle ele almamak gerekir konu bebekler olunca. onların ahlaki davranışa benzer davranışları, ahlakın çok ilkel bir halini temsil eder. öyle ilkeldir ki, toplumsal özelliği bulunan hayvanlarda da benzer şekilde bulunduğunda dair deneyler mevcuttur. örneğin: bu çalışmalardan birine göre yan yana iki kafeste tutulan şempanzelerden birinde iki turlu marka bulunmaktadır. Karar verici şempanze kırmızı marka ile deneycinin sadece kendisine yemek vermesini sağlarken yeşil marka ile deneycinin hem kendisine hem de yan kafesteki şempanzeye yemek vermesini sağlayabilmektedir. Sonuçlara göre karar veren şempanze her şekilde ödül alabildiği halde daha sosyal ve adil bir davranış olarak yeşil markayı bencil kırmızı markaya göre anlamlı şekilde daha çok seçmiştir. İlginç olan bu secim yan kafeste başka bir şempanze yokken neredeyse tamamen ortadan kalkmıştır. doğa koşulları bu canlıları, topluluklar halinde ve beraberce yaşamaya itmiş, bu da milyonlarca yıllık bir süreç içerisinde empati dediğimiz ilkel dürtüyü doğurup şekillendirmiş olmalı. insan dediğimizde ele aldığımız canlı da yalnız insan oluşundan sonraki dönemi kapsamaz. öncesinde, daha insan olmadan öncesinde insanlık tohumlarını taşıyan, emeğin ve toplumsallığın tohumlarını taşıyan atalarımız bulunuyordu ve onlar gerçekten uzun bir zaman boyunca insanlığın tohumu haline geldiler. bütün bu süreç içerisinde daha doğuştan gelen içgüdülerin edinilmiş olması doğaldır. fakat altı aylık bebekler, herhangi bir şeyin doğuştan geldiğini de kanıtlayamaz. çok çok basit düzeyde sayısız şey öğrenmişlerdir. ahlakın temelleri bu beraber yaşama gereksiniminde ortaya çıkar işte ve başka canlı türlerinde de daha tomurcuk hali bulunur, bizim bildiğimiz ahlak olarak bulunmasa da. insan, bu beraber yaşama bilincine sahip olmasaydı insanlaşamaz ve hayatta da kalamazdı. insanın diğer canlılardan farkı nedir? neden insandır? çok sığ bir söylemle anlatıyorum uzamasın diye, uzarsa da hoşuma gider yazmaktan sıkılmam ama çok derin konu. anlattığım haliyle sen de duymuşsundur zaten ama hatırlatmak şart: canlılar, doğa ile uyum içerisindedirler, doğanın bir parçasıdırlar, etki tepki zincirine bağlıdırlar, yaşamları doğaya, doğal koşullara sağlayabildikleri uyuma bağlıdır. bu olmadan hayatta kalamazlar. milyarlarca yılda doğaya uyum sağlamaları -evrim geçirmeleri- ölçüsünde koşullara uygun organları gelişir ve bulunur. mesela bir aslanın pençesi milyarlarca yılda çok çok basit bir formdan günümüzdeki haline kadar gelişmiştir ve aslan yaşamını buna borçludur. pençeleri ve başka ortama uyum sağlamış organları sayesinde hayatta kalabilmektedir. ama mesela koşullar aniden değişir ve aslanın yaşayamayacağı hale dönüşürse ki bir sürü örneği vardır, aslanın soyu tükenir. insanın farkı burada ortaya çıkar, insan doğaya uyum sağlamaz hayatta kalmak için: onu kendi ihtiyaçlarına göre şekillendirir. emeğin ortaya çıkış macerasını uzun uzun anlatabilirim ki benden çok çok daha sağlam kaynaklar var zaten benim söyleyeceklerim onların tekrarıdır: o yüzden girmiyorum oraya. istenirse yine girerim ve hiç üşenmem. ortam bir pence gerektiriyorsa, insanın bir pençeye ihtiyacı varsa, insan doğayı, mesela bir taşı kullanır, onu emeği ile değiştirip yontar ve organ yerine, alet kullanır, onun aleti kendi ürettiği organıdır. tam buraya edit: insan emeği ile dünyanın her yerinde yaşayabilmektedir. emek bir soyutlama süreci gerektiriyor, konuyu uzatmak gibi olacak ama düşüncenin ortaya çıkışı için bu soyutlamayı incelemek gerek. daha önce basitçe anlatmıştım neyse ki: bu üretim için öncelikle kendisine yararlı ve yararsız olan şeylerin ayrımına varması gerekir. mesela keskin bir taş ile küt bir taş arasındaki farkın ayrımına varabilmelidir ki, keskin taşı -kendi var olmayan pençeleri yerine- kullanabilsin. yani önce taşı doğadan soyutlaması gerekiyor -düşüncesinde-. oysa taş gerçekte doğadan soyutlanamaz, onunla bir bütündür, bağıntıları bulunur ve sürekli etkileşim içerisindedir. ayrıca hiçbir taş bir başka taşla aynı da değildir. fakat insan kullanım amacına göre soyutlamasını yapmak durumundadır. ilk soyutlamamız bu. ikinci soyutlamada insan, keskin bir taşı diğer taşlardan soyutlar. üçüncü soyutlama ise daha ilginçtir: insan keskinlik özelliğini bizzat taşın kendisinden soyutlar. böylece küt taşı da keskinleştirebileceğinin farkına varır. ve doğanın ona sunduğu taşlar arasından talihine keskin taş çıkıp çıkmayacağına bağımlı yaşamak durumundan kurtulur. soyutlama böyle bir eylemdir. düşüncenin temelidir. ayrıca nesneyi doğal varlığından ve hareketinden de soyutlamaktır. düşüncenin birinci temeli buysa, ikinci temeli de toplumsallıktır. ikisi de yüzde yüz düşünce ve insanlık için bir gerekliliktir. öncelikle insanın tomurcukları olan ataları dahi gruplar halinde yaşıyor ve yardımlaşıyordu. günümüzde de buna örnek maymun türleri var. sonralıkla: insan yaşayabilmek için kolektif emeğe, işbölümüne, yardımlaşmaya muhtaçtı. çünkü yaşayabilmek için doğaya uyum sağlamıyor, onun karşısına dikiliyor, ona egemen olmaya uğraşıyor, onunla savaşıyor. ama tazecik, hiçbir birikimi bulunmayan, hatta daha insan bile diyemeyeceğimiz insan tek başına doğaya karşı nasıl durabilir? duramaz doğal olarak. iş bölümünü gereksinmesi budur. emek, birikimsel olarak gelişir ve kendi özel evrimine sahiptir. bir taşın keskinleştirilmesi dahi üretim teknikleri içgüdülerden gelemez, öğrenilirler ve aktarılmak zorundadırlar. aktarılmayan emek bilgisi yok olup gider. bu da tek bir canlının insanlaşamayacağını kanıtlar, çünkü eğer her doğan insan giysi yapmayı, silah yapmayı, ateş yakmayı, ne bileyim bu gibi şeyleri baştan öğrenmek zorunda kalsaydı, insan insanlaşamazdı. bu iş bölümü ve aktarım ihtiyacı, insanların birbirlerine söyleyecek şeyleri olması anlamına da geliyor. bu da çok ilkel işaret dillerinden günümüzün karmaşık diline ve düşüncesine kadar uzanan bir süreci içeriyor. görüldüğü üzere insanlığın temelinde toplumsallık yatmakta. insan için toplumsallık temel bir ihtiyaç ve milyonlarca yıla yayılmış kökenlere sahip bir içgüdü. bu da altı aylık bebeklerin neden çok çok basit düzeyde empati gösterdiklerini açıklamaya yeter. ahlakın temeli de budur. ahlak'ı tanrı yaratıp, bebek insana yerleştiriyor olabilir mi? bilmem. ama bunu düşünmenin zararları var. büyük zararları var hem de. o da ahlaki davranışlarımızın nedenlerini bilmemek demek. "tanrı yarattı" diyerek bu konudaki bütün bilimsel ve felsefi çabaları bırakmak anlamına gelir. dediğim gibi davranışlarımızın temellerini bilmezsek doğrudan yanlışı ayıramayız. yönlendirilmeye kukla olmaya açık hale geliriz. onları savunamayız. çeşitli çelişkili durumlarda nasıl davranmamız gerektiğini bilemeyiz. yani bütün bilimsel bulgulara rağmen yine de "tanrı yarattığı için" diyebiliriz, hatta haklı olma ihtimalimiz bile var! -bence yok ama- ama bu durum, hele dünya bu haldeyken büyük, çok büyük zararlar verecektir. dünya gerçekten kötü halde. onu değiştirmek istiyorsak onu anlamak zorundayız. insanlık çok kötü halde, onu değiştirmek istiyorsak onu anlamak zorundayız. "din buna bir katkı sağlamadığı gibi, bir de üzerine bu hayattaki umutları öteki dünyaya atmayı öğretiyor" cümlem biraz saldırgan ve boş görünüyor farkındayım. bunu dinin öğütlemiyor oluşu, insandan insana değişiyor oluşu bir gerçeği değiştirmiyor ama: din, bu hayatta ne kadar sefil yaşarsak yaşayalım -sefillik burada çok masum duruyor ama gerçek akıl almaz örnekler vererek duygu sömürüsü yapıyor gibi görünmek istemem sen biliyorsun dünyanın halini- eğer bazı şeyleri yaparsak, öteki dünyada sonsuza kadar rahat yaşayacağımızı ve istediğimiz her şeyi alacağımızı söylüyor. buna inanan biri, doğal olarak asıl amaç olarak öteki dünyayı koyuyor kafasına. bu dünyadaki eziyetlerini, çevresindekilerin çektiği eziyetleri sineye çekebilir hale geliyor. rahatlıyor. oysa rahatlamamalı arkadaş. rahatlamaması gerek. eğer insanlık adına mücadele verilecekse ondan mahrum bırakılanlardan başka hiçkimse bu mücadeleyi sürdüremez. ekmek için mücadeleyi ekmeği olan vermeyecektir. bu etkinin var olmadığını söyleyemeyiz herhalde. bu etkinin zararı ise ortada işte. "din, ahlaki değerlere uygun yaşayan topluluklar yaratabilseydi yaratırdı" sözüm ise en dandik görünen sözüm. ama bunun da mantığı şurada: dünyadaki değişiklikleri din meydana getiremez. insan meydana getirir. din bile bir insan aracılığıyla ulaştırılmadı mı zaten? sonra da o yazıdaki son paragrafa geçiyor ve mantığı tam kavrıyoruz: nasıl? mücadele ederek. din olsa da olmasa da yine insan mücadele edecek bunlar için. ve kendi çıkarları olan şeyler için mücadele ediyorlar. fakirler ekmek hakları için mücadele ediyorlar mesela. kadınlar ezilmemek için mücadele etmeliler. katledilenler katliamların bitmesi için mücadele etmeliler. bunlardan doğal mücadele, ahlak var mı?#278964 anoktainoktagnokta | 16/08/2014 22:59
- 69abooo burda baya koyu mevzu çıkmışda haberimiz yokmuş. allah sizi inandırsın başlığı okuduğum anda ateyiz oldum .s .s.
- 70@71 şimdi yazılanları da okuyup dine geri dön. www.vekarikatur.com/...#278967 anoktainoktagnokta | 16/08/2014 23:10
- 71insanın diğer canlılardan ayrılan yönlerine pek girmek istemiyorum. konuya biraz uzak ve konuyu uzatmamam açısından. fakat şöyle kısa bir cevap vermek istiyorum. cevap dahi denmez. öncelikle bazı yerlerde olay yine kötülük kanıtına girmiş. üstünden geçmeyeyim. ardından bebekler 6 aydan daha küçük, hemen her ayda var. elini hareket ettiremeyip gözüyle seçenler bile var. hayvanlara gelecek olursak, hayvanların ahlaki farkındalığının olmadığına yönelik psikolojide ve bilimde çeşitli argümanlar da mevcut. bunun üzerine profesör felsefecilerin düşünnsel anlamda kanıt getirdiği de mevcut. iş böyle olunca tartışma biraz anlamsızlaşıyor. yine konuyu çok uzatmak istemiyorum. bunu cevap niteliğinde söylemiyorum. istersen caner taslaman'ın ahlak delilini inceleyebilirsin. tabi yine sana kalmış, tartışmanın devamı için demiyorum. caner taslaman dediğim şahıs bildiğimiz dindarlardan değil, yaklaşık 3 senedir takip ediyorum ve öyle herkesi takip etmem. kendisi felsefe profesörü. belki biraz tarafgir olacaktır fakat bu adamı takip edebirsin. zaten herkes, temelinde karşı görüşü kuvvetli bir şekilde takip etmeli. bu durumda ancak sonuçlar ilerletilebilir.#278992 birtaşlabirkuşvuranadam | 16/08/2014 23:36
- 72@73 taslaman'ı duydum fakat henüz giremedim araştırmaya. öyle bir planım vardı zaten. ama zaten önce temel felsefe tarihini bitirmem lazım doğru düzgün. neyse güzel tartışma oldu teşekkürler cevaplar için.#279069 anoktainoktagnokta | 17/08/2014 01:04
- 73başlık hortlayınca eski dostlarla iddiaya girdik eusstas mı geldi yoksa aig mi diye ben kazandım : )