eşcinsellik üzerine

  1. 26
    şimdi evrim ağacının başka yazılarına da denk gelmiştim. güzel ve faydalı bir oluşum fakat pek ilgi göstermedim, bu yazı iyi oldu daha yakından takip edeyim siteyi. gayet bilim ile içli dışlı kimseler gibi görünüyorlar. fakat insanın incelenmesinde yalnız biyolojiye baş vurmak konuyu eksik bırakmaktadır. işin sosyoloji yönü de vardır ki daha derine inip felsefe ile de hatta sanat ile de içli dışlı olmak gerekir tablonun bütününü görebilmek için. çünkü insanlar, doğadaki diğer canlılardan toplumsallıkları yönüyle ayrılırlar. bu da insana dair çok mekanik bir bakış açısı doğurabilir, sadece genlere yönelmek, bütün kişiliği genler ile açıklamak gibi. ben genel olarak gelişmiş türlerin hepsinde kişiliğin yalnız genler ile açıklanamayacağını düşünüyorum ama bunun bilimsel bir yönü yok, yaşam deneyimlerime, gözlemlediğim hayvan, insan ve kendime dayanarak söylüyorum. benim fikirlerim teori aşamasındadır. teori bile denemez belki. o yüzden sadece fikir yürütebiliyorum hatalı olabilirim. neyse bu yazıda insanın toplumsal yönü yok sayılmamış fakat oluşturulan çeşitli varsayımların temelinde bu eksiklik bulunabilir. bir bakış açısı olsun diye söylüyorum. yine yazı taraflı görünüyor bana da. ama ben bunu doğru buluyorum. bilimsel yöntem tarafsızdır evet, fakat bilimsel bulgulardan çıkarılacak sonuçlar taraflı olurlar. o yüzden bir çok bilim adamı aynı bulgudan bir sürü farklı sonuç çıkartır. bu yüzden böyle konularda farklı fikirlere sahip olup bilimle uğraşan kişilerin de görüşlerine ulaşmak lazım. yaptıklarının yanlış olduğunu söylemiyorum. bence doğru. zaten bilimsel verilere yüzde yüz güvenip hiç sorgulamadan inanmak da hastalıklı bir davranıştır. en doğru kaynak bilimdir, en doğru yöntem bilimdir fakat bilimsel süreç, tamamlanabilen bir süreç değildir sürekli gelişmektedir, hep eksik yönleri bulunur. bu tabi bilimi bırakalım kafamıza göre inanalım demek de değil. ama bu durum aynı bulguya farklı yorumlar getirme şansı doğurmakta ve bu kaçınılmaz. mesela martılara dair olayı ben şöyle yorumladım: erkek sayısı az diye çocuklara dişiler beraber bakıyorlar. bazı hareketlerini de "eşcinselce" yorumlamışlar o kadar. doğal bir durum. yazının bir çok kısmını anlamadım. eşcinselliğin türün devamlılığına fayda sağladığı tezini hiç anlamadım mesela. önce neresinden tutsam bilmiyorum. belki toplumsal cinsel kimlikten bahsedebilirim önce. şöyle bir örnek ile başlayayım: robert plant. ben çok küçük yaştan beri yabancı kültürün etkisi altında büyüdüm. hem bilgisayar oyunlarına bağımlıydım, hem deep purple, pink floyd, judas priest, blind guardian, led zeppelin gibi grupların kasetlerini dinleyerek büyüdüm çok küçük yaştan itibaren, hiç ingilizce çalışmamış olmama rağmen makale okuyabilecek durumdayım biraz zorlayarak şu anda. bu nedenle robert plant bana hiç "garip" gelmemişti, dar kot pantolonuna sıkıştırdığı hıyar dışında. kendisi şudur: imstars.aufeminin.com/...link burada hıyar koymamış tabi. sesi de incedir. şarkı söyleyişi de feminendir. bir gün metallica dışında pek yabancı grup bilmeyen bir arkadaşıma dinlettim, beğenir belki diye. dedi ki "mesela hacı bu adam neden bu kadar karı gibi? bak mesela james hiç böyle mi?". o zaman dank etti plant'in aslında oldukça kadınsı olduğu. oysa farklı kültürel algılar içerisinde bu adam kadınsı görünmeyebiliyor. kendi yaşantısında nasıldır, biseksüellik eşcinsellik var mıdır bilmem. olmaya da bilir ama, hatta bu adama aşık bir sürü kadın tanıyorum. hıyarını bile beğeniyorlar ki hıyarını beğenmeleri daha garibime gidiyor, hoşlanmaları çok doğal geliyor. arada ben de bu adamı sahnede taklit ederim -vokalim-. sesimi çoğu zaman ince kullanırım normal yaşantımda da. yumuşak başlı sevimli bir insanımdır. sosyal problemlerim dolayısıyle de uzun süre sevgilisiz dolaştığım olur. e bunu gören insanlar bana da çoğu kez eşcinsel misin diye sordu. hatta bazen tacize uğradığım da oldu. işte bu sorular sorulana kadar ya da taciz edilene kadar öyle göründüğümü hiç düşünmüyorum. bana çok doğal geliyor öyle davranmak. cinslere giydirilen bu toplumsal rollerin, ta binlerce yıl öncesinden iş bölümüne kadar dayandığını düşünüyorum. kadın doğurgandır, hayatının büyük bir kısmında hamilelikle ve hamilelik sonrası çocuk bakımıyla uğraşır. bu nedenle toplamacılık gibi daha tehlikesiz işlerle uğraşıp evden sorumlu olmuştur. ataerkil düzende ev yönetimiyle, toplamacılıkla, giysi dikimi gibi ustalık isteyen işlerle uğraşmıştır ve saygınlığı büyüktür. miras da kadından kadına aktarılır. bunu neden belirtiyorum, fiziksel olarak güçsüzler ama toplumsal olarak durum öyle değil, kaslı olmak toplumda saygın olmak anlamına gelmez. insan da toplumsal yaşam sürdüğüne göre kaslı olmak güçlü olmak anlamına gelmemektedir. erkekler ise avcılık gibi, kabilenin korunması gibi, hayvancılık gibi, savaş gibi ağır ve ölüm tehlikesi içeren işleri üstlenmiştir. zaman içerisinde kadının fiziksel olarak zayıflayıp narinleşmesini erkeğin kaslanıp güçlenmesini de buna bağlıyorum ben. ha şunu da ekleyelim, anaerkil dönemde cinsel serbesti vardı, farklı kültürlerde farklı evlilik şekilleri bulunuyordu tabi mesela bir kabilenin beş erkeği diğer kabilenin beş kadınıyla evleniyor bu onu arasında ilişki tamamen serbest oluyordu gibi. bu da çocukların babası belli olmazken analarının belli olması demek. daha önce de yazmıştım. kadına saygıyı artıran şeylerden biri bu. dönemin büyük tanrıları da kadındır diye biliyorum. ataerkil toplum yapısının gelişmesi ile beraber kadın köle haline dönüştü. miras erkekten erkeğe geçmeye başladı. bunun sağlanabilmesi için kadına tek eşlilik şartı getirildi ki baba belli olsun. bu uzun konu daha önce bu konuda yazılarım var ayrıntıya girmiyorum. bu durum kadını ev işleriyle uğraşıp doğuran ve çocuk bakan bir köleye dönüştürdü çünkü mülk edinme hakkını gittikçe kaybetti, miras haklarından mahrum kaldı hatta üretime katılması da zamanla sonlandırıldı ki güçlenmesin, erkeğine karşı çıkamasın. bu durum kız çocuklarını alınıp satılan bir mala dönüştürdü zamanla. ailenin kız çocukları iyi bir eş olarak yetiştirilir ki karşılığında iyi bir başlık ücreti alınsın ve zengin bir aileye gitsin mesela. yani kadının işi eş olmaya dönüştü. babalar tanrılaştı, zeus'a dönüştü. neyse uzatmayalım kadın narindir, bakımlıdır, kırılgandır, korunması gereken bir çocuk olarak yaşar hayatı boyunca, üretime katılmaz, bağımlıdır, yakın çağlara kadar çok uzun bir dönemde gerçek anlamıyla mal olarak görülmüştür bunun için kısa bir tarihsel araştırma yapmak yeterlidir. erkek ise güçlü olmak zorundadır. düşmanlara karşı katı olmak zorundadır. aldatılmamak ve sözünü geçirebilmek için dik başlı otoriter olmak zorundadır. falan filan uzatmayacağım. günümüzdeki feminen ve maskülen insan algısı buradan gelir diye düşünüyorum. yine ayrıntıya girmiyorum örneklere kendiniz uygulayınız dediklerimi. kız çocukları birbirleriyle çok daha yakın ilişki kurarlar -fiziksel olarak-. aynı yatakta beş kız yan yana sıkışık vaziyette uyusa garipsemeyiz, sevimli gelir. sarılan birbirini öpen yakın temas içeren oyunlar oynayan, yani başka bir kız çocuğunu kendi bireysel alanına sokan bir kız çocuğu normaldir. erkek çocukları için durum başkadır. erkek arkadaşları onların gelecekteki rakipleridir, ister ticarette, ister yönetimde, ister eş bulmada, ister kavgada/savaşta hangi alanda olursa olsun yaşama atılcak ve rekabet edeceklerdir. bu düşmanlık erkek çocuklarını diğer erkek çocuklara karşı daha tedirgin yetiştirir. kendi bireysel alanlarına başka bir erkek sokmaya çekinirler. çok nadiren sarılırlar, birbirlerinin karşısında ağlamaya çekinirler, öpüşmeler uzaktan ve formaliteden göstermeliktir, yan yana birbirine sarılarak uyuyan iki kız çocuğu çok güzel bir manzaradır. aynısını yapan iki erkek çocuğu hemen uyarılmalıdır. işte bütün bunlar toplumsal yapımızın sonucudur. bu yapı değiştiği takdirde bunlar da değişecektir. cinslere biçilen roller değişecektir. değişebilir. hatta bence değişmelidir. "erkek sevme geni" tamlamasını bu yüzden yanlış buluyorum. bir erkek bir erkeği deli gibi sevebilir, cinsel arzu beslemeden hem de. hatta bence yakın ilişkide bulunmaktan kaçınarak bir şeyler kaybediyor bile olabiliriz. insan için tek eşlilik kesin bir kural değildir. tek eşililik bir çok toplumda çok geç tarihlerde ortaya çıkar, bir çok toplumda sadece kadının tek eşliliğine yönelik gelişim göstermiştir. fakat günümüz toplumlarının kaçınılmaz bir parçasıdır. sebep olarak miras hukuku büyük bir yer tutar. gelenekler, temeli unutulmuş nedenler vesaire de vardır. bireysel mülkiyet algısının bir yan ürünü olma özelliği de vardır. fakat kesinlikle genel geçer bir doğru değildir hatta 200.000 yıllık insanlık tarihinin bir kaç bin yıllık döneminde mevcuttur diyebiliriz. fakat bu bir sonuç doğuruyor. eski topluluklar kan bağı bulunan geniş aileler halinde yaşıyorlardı. aşiret, gens vesaire deniyor. o zamanlar için ailenin kan bağı bulunan topluluklar olarak algılanması doğaldır. artık durum farklıdır. insanın dünyası epey genişlemiştir. bahsettiğimiz ilkel insanlar dünyayı kendi nehirleri kadar zannediyorlardı. biz denizlere, okyanuslara hatta uzaya açıldık. toplumumuz da büyüdü ve genişledi. artık kan bağı bulunan topluluklar halinde yaşamıyoruz. küçük aileye indirgeniyor yavaş yavaş aile de, hatta çoğu birey ailesinden de kopuyor. burada aile kavramının değişmesi gerektiğine inanıyorum. aile, hayatı beraberce yaşayan insanlara denmeli. artık kan bağı bulunan toplumlarda yaşamadığımızdan hayatımızı bir çok kan bağı bulunmayan insan ile paylaşıyoruz. buraya devreye dostluk arkadaşlık yoldaşlık giriyor. ne kadar geniş yaşar, geniş düşünür geniş ilişkiler kurarsak ailemiz o kadar genişliyor. fakat hala miras hukuku ve mülk algısı tam olarak aile olunmasına engel oluyor. yine de benim bir arkadaşım var. yıllardır beraberiz. yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmez. bir aralar ortak cüzdan taşırdık. bizde ne pişerse o da yer, onlarda ne pişerse ben de yerim, zamanımızın çoğu beraber geçer, sık sık aynı odada kalırız, bazen ev işlerini beraber yaparız bazen dışarıdaki işleri beraber yaparız mesela ben onun bilmem ne belgesi çıkarması sırasında yanında bulunurum, o aynı desteği bana sağlar, birbirimizin arkadaşlarını tanırız vesaire vesaire. yasal olarak mülkiyet eşitliğimiz yok ve sevişip çocuk doğurmuyoruz. evli bir çiftten tek farkımız bu. şimdi ben bu adamı ailemden sayamayacak mıyım? saymam gerekmez bile. yine yanlış hatırlamıyorsam 98 filan olması lazım, o tarihten beri içinde bulunduğum bir tiyatro ortamı vardır. yine bu arkadaş kadar yakın değiliz hiçbiriyle, ama gerçekten hayatımın büyük bir kısmını beraber geçiriyor ve bir çok şeyi beraber yapıyoruz. kişiliğimin oluşmasında çok büyük payları var. beraber üretiyoruz. beraber öğreniyoruz. her türlü desteği de sağlarız birbirimize. şimdi ben bu ortamı ailemden sayamayacak mıyım? bence yine, saymama gerek bile yok. çinde yapılma eşyalar kullanıyor, antik yunandan gelme fikirlerin üzerinde yükseliyor, birinci dünya savaşında sürdürülen milli mücadelenin mirasçıları olarak yaşıyor, kendi üretmediğimiz şeyleri yiyor, öğreniyor, giyiyor, içinde yaşıyoruz. belki de insan öğrendikçe, algısı genişledikçe, dünyası büyüdükçe aile kavramı da genişleyecektir kim bilir? ben her insanı ailemin bir parçası olarak görüyorum. milliyetçiliğe de bu yüzden ısınamamışımdır. aile-mülkiyet-miras kavramlarının bu kadar dar tutulması insanı tek eşliliğe zorluyor. tek eşliliğe karşıyım ama tek eşli olacağım. buna uygun yaşayacağım. çünkü insanlar hayatlarını sürdürmek için birer eş seçmek zorunda bırakılıyor. çocuk yapmanın çocuk yetiştirmenin hayat kurmanın eve çıkmanın şartı bu. bütün dostlarım da eş bulup bunu yapacaklar, ben yalnız kalacak değilim. ama bunun zararlı bir yönü de var: yine erkek sevgisi üzerinden değil de hetero kadın sevgisine dönelim önemli bir noktam var ekleyecek. tanıdığım bir kadın var. çok güzel bir kadın. tanıdığım en sevimli insan. sırf onun olduğu ortamlara dahil olabilmek için işimi gücümü bırakıp gidebilirim o derece sevimli, içten, samimi biri. beraber olmak acayip keyif veriyor. bir de sevgilisi var, sevgilisi de iyi biri, onu da severim ve buna saygı duyarım. bu nedenle zaman içerisinde bu kadına karşı tüm cinsel isteğim sönümlendi. bu mümkün bu arada emin olun. ama yine de mesela sarılmak, öpmek, yanaklarını sıkmak filan istiyorum ve zerre cinsel dürtü barındırmadan istiyorum bunları. bir çocuk sever gibi, kardeş sever gibi mesela. bunları da yapamıyorum tabi yanlış anlaşılır diye. bizim ortamımız yine güzel, birbirimizden uzaklaşmak zorunda değiliz, ama ve lakin ki insanlar bu nedenlerle sevişemedikleri ama sevdikleri insanlardan kopuyor, ilişkilerini çok basit düzeye indirgiyor ya da tamamen bitiriyorlar. bu da insanın yalnızlığını kat kat artırıyor. insan, beraber yaşadığı insanların bir yarısını sadece cinsel obje olarak görmeye başlıyor. bu kendi yaşantısında çok çok çok büyük bir eksikliğe sahip olması demek. fazla uzatmayalım, iki erkek birbirini deliler de gibi sevebilir. hiç de acımaz. sevgili olmayan bir erkek ve bir kadın da birbirini deliler gibi sevebilir. bir kadın ve başka bir kadın da birbirini deli gibi sevebilir. sevgi ve cinsellik, insanlık ilerledikçe birbirinden daha net çizgilerle ayrılacak ama aradaki bağıntılar daha doğru kurulacak. bugünkü algımız çoook değişecek emin olun. gelelim eşcinsellik mevzusuna. fazla uzun tutmayacağım. yazıda önemli bir nokta vardı: insanların genlerinden gelen cinsiyetleri, çiftleşmek için hangı cinse yöneleceklerini belirlemez. ben de bunu çok doğru buluyor ve artırıyorum: bu genlerle alakalı değil, yaşayışla, yetişmeyle alakalıdır. insan bu bakımdan en esnek canlıdır dünya üzerinde. çünkü üretme gücüne sahiptir, doğaya uyum sağlama ve onu değiştirir kendi ihtiyacına göre, yaratıcıdır, yorumlayıcıdır, kendini de yeniden üretebilir, yontabilir, toplumunu da, ilişkilerini de. buna bağlı olarak hormonal yapımızın çok çok esnek olduğuna inanıyorum, yaşayışa yetişmeye göre çok çok farklı şekillerde değişebileceğini düşünüyorum. bunu yaşam deneyimlerimden ve yaptığım okumalardan söylüyorum, sadece teoridir, ama gerçekten çok eminim bundan. bir kaç canlı türünde eşcinsel ilişki mevcut imiş. bunlar yine de tam eşcinsellik olarak değil de, üremek için yine karşı cinslere başvurulan bir ilişki olarak görülmekteymiş. olabilir, canlıların da yüzde yüz katı şekilde genlere bağlı yaşadıklarını düşünmüyorum en azından gelişmiş türlerin. ister genler dolayısıyla olsun, ister yetişme yaşayış yüzünden olsun eşcinselliğin bu kadar yaygın olmasının nedeninin cinsel baskılar olduğuna inanıyorum. hiç cinsel baskı olmadığını düşünelim. cinsellik ayıp değil, kirli değil, eksiden olduğu gibi kutsal olmasa da doğal, normal bir eylem olarak karşılanıyor. isteyen birbirini uygun bulan yakın hisseden kişiler anlık ilişkiye girebiliyorlar mesela diledikleri gibi. bir sıkıntı yok. böyle bir ortamda "ben heteroyum", "ben eşcinselim", "ben biseksüelim" diye kendine net bir kimlik belirleme ihtiyacı duyan insan olacağını düşünmüyorum. isteklerine göre hareket edecekler, fazla düşünmeyeceklerdir. canlılarda durum zaten böyle de, teorik bir düşünme eylemi gerçekleştirelim. işte ben böyle bir ortamda yok olmasa da eşcinsel ilişki yoğunluğunun epey düşeceğini iddia ediyorum. tabi eksik anlattım. çok küçük yaştan itibaren nasıl yürümeyi konuşmayı ve yaşamın gerçeklerini öğreniyorsak cinselliğe dair de doğru, temiz, normal bir eğitim alacağız. bu artık kirli değil, ödül değil, başarı değil, suç değil ve bu konuda cahillik de mevcut değil. bu koşullarda azalacağına inanıyorum. belki yine eşcinsel istekler duyanlar eşcinsel ilişki yaşayanlar olabilir. yok olur da diyemiyorum. ayrıca evrimin eleyici yönüne rağmen sürmesi de yine yetişmeye bağlı açıklanabilir. genlerden bağımsız olarak insanlar eşcinsel olabilmektedir dersek, evrim bunu süpüremez hale gelebilir. ister genlerle, ister yetişmeyle olsun eşcinsel bireyler artık eşcinseldir. yapacak bir şey yok. kendilerini böyle hissediyor ve kendi cinslerine ilgi duyuyorlar. bunu hastalık gibi aşağılayıcı şekillerde tanımlamak, onları dışlamak, şiddet uygulamak, kötülemek, hayatlarını zorlaştırmak suç sayılmalıdır. bu insanlar gerçekten ellerinde olmayan şeyler yüzünden çok ağır şartlarda yaşıyorlar. hele travestileri filan düşününce iş iyice çığrından çıkıyor. eşcinselliğin doğruluğu yanlışlığından daha önemli bir konu, bu bu insanların elinde değil. ve mesela bir çok insandan çok daha az zarar veriyor ya da hiç vermiyorlar insanlara. taciz tecavüz dediğin zaten herkes için geçerli, eşcinsellere özgü değil. ki içlerinde çok iyi, pırlanta gibi insanlar da var. ama eşcinselliğe karşı şu eleştiriler de olduğu gibi duruyor: cinsellik üremenin sonucudur, bu kaçınılmaz bir gerçek. ikincisi erkeğin eşcinselliği sindirim sisteminin bir bölümüne zarar vermektedir. sağlığa zararlıdır. ileri dönemlerde cerrahi müdahale istiyor bildiğim kadarıyla hatta. eşcinsel olmanın en büyük zararı toplumsal yaşamdan soyutlanmaktır. belki de çocuklara aşılanması bu yüzden beni rahatsız ediyor. eşcinsel olmama ihtimali olan herhangi birinin eşcinsel olmaması taraftarıyım. ama olmuş olana da yapacak tek şey var, yardım etmek, destek olmak, vatandaşlık haklarını geri vermek. çok hassas konu. hiçbir fikrimden emin değilim. öyle yazsan bir taraf şöyle yazsan öte taraf kırılıyor. ama yapacak bir şey yok, tartışmak gerek.
    #336478 anoktainoktagnokta | 08/11/2014 21:01
     
  2. 27
    çok üstünkörü yazdım, tekrar kontrol etmedim, bittiğini düşünür düşünmez paylaştım eksik yerleri de olabilir.
    #336479 anoktainoktagnokta | 08/11/2014 21:01
     
  3. 28
    eline sağlık balım bakıyorum ?
    #336481 efendi | 08/11/2014 21:03
     
  4. 29
    hem @1 deki yazı hem de @26 daki yazılarda çok değerli bilgiler verilmiş. birinde genel olarak biyolojik inceleme varken diğerinde toplumsal yönden bir bakış açısı var. her iki yazara da teşekkür ediyorum öncelikle. fakat eksik olan çok az noktalar var onları da eklemek istiyorum. her şey genlere mi bağlıdır? boyumuz, kaşımız , gözümüz, hastalıklarımız hatta tercihlerimiz genlere mi bağlıdır öncelikle bu konu tam olarak açıklanmamış. aslında bir insanın her şeyi belirli oranlarde genlere bağlıdır. ama bahsedeceğim genetik kavram bildiğimiz mendelian kalıtımdan çok farklı olacak ki son yıllarda tüm bilim dünyası buna yönelmiş durumdadır. kavramın adı da epigenetik. peki nedir bu epigenetik bir örnekle anlatalım: normalde anne ve babamızın mavi gözlü olduğunu düşünelim. biz de yüksek ihtimalle mavi gözlü doğarız. mendelian kalıtım bir gen dominant ise yavruda kesin olarak fenotip(dış görünüş) olarak ortaya çıkacağını çekinik ise her iki ebeveynden de birer allel alması durumunda ortaya çıkacağını söyler. 2000'li yıllara kadar da human genom project yürütülüyordu ve tüm kavramlar mendelian temel üzerinden üretiliyordu fakat sonra histonlar ve head shock proteinlerin keşfiyle bu kavram değişti. normalde mavi göz geninin yanında diğer genlere de sahibizdir ki diğer yavrular farklı renkli gözlerle doğabilsin. bu diğer tüm özelliklerimiz için de geçerlidir. işte normalde mavi gözlü olmamız için bu genin mrna(mesajcı rna) tarafından okunması ve o proteinin r ve trna tarafında üretilmesi gereklidir. fakat bir gen üzerinde histonlar ve hsp(head shock proteinler) varsa o gen bölgesi okunamaz ve mrna mız diğer geni okur. yani normalde mavi gözlü olmamız gerekirken o bölge histonlarla kaplanırsa kahverengi veya yeşil gözlü doğabiliriz. genel olarak durum böyle. peki orasının histonlarla kapanmasını sağlayan şey ne? durum şu ki her gene özgü histonlar var ve bunlar durumsal ve çevresel etkenlerle oluşup o gen bölgesini kapatıyorlar. yani anne karnımızda aldığımız besinler, yaşadığımız travmalar hücresel düzeyde tepkilere ve histon üretimine sebep olabiliyor ve göz rengimiz değişebiliyor. tabi göz rengi çok anlaşılmayabilir ama örneğin anne karnında soğuk havaya maruziyet ya da anne sık sık grip iken bebek de buna özgül epigenetik mekanizmalarla doğar. tabi doğduktan sonra da epigenetik kavramı sıfırlanmaz. örneğin boyumuz, kişiliğimiz( ki kişilik bozukluklarının çoğu genlerle bağlantılıdır - yani aslında travma geçirdi psikolojisi bozuldu çok basit açıklama artık çünkü ruhsal travmalar genleri değiştirmese de histon üretip o bölgedeki genleri açıp kapatabiliyor.) , cinsel tercihlerimiz de çevresel etkenler, öğretilenler hatta iklim koşullarına bağlı olarak genlerimizin okunmasını ve protein sentezini etkiler. hatta bu hsp ve histonların keşfinden önce en önemli tıbbi araştırma olan human genom project yatırımları bitti ve şu an yatırım yapılan proje ise human epigenom project'tir. www.epigenome.org/...link bu eşcinselliğin veya diğer cinsel tercihlerin sadece kalıtımsal veya çevresel etkilerle açıklanamayacağını kanıtlar nitelikte bir gelişmedir. '' eşcinselliğin türün devamlılığına fayda sağladığı tezini hiç anlamadım mesela.'' orayı kaçırmış olabilirsin ama eşcinsel bireylerin akrabaları daha çok çocuğa sahip olurlar. 1.3 kat daha fazladır diye bir araştırma var. bu yazının verdiği bilgiler doğru mudur daha sonra pubmed sitesinden makale tarayarak bakacağım. ben de emin olamadım. ''yazıda önemli bir nokta vardı: insanların genlerinden gelen cinsiyetleri, çiftleşmek için hangı cinse yöneleceklerini belirlemez. ben de bunu çok doğru buluyor ve artırıyorum: bu genlerle alakalı değil, bireyin kendisiyle alakalıdır. ''bu insanlar gerçekten ellerinde olmayan şeyler yüzünden çok ağır şartlarda yaşıyorlar. hele travestileri filan düşününce iş iyice çığrından çıkıyor. eşcinselliğin doğruluğu yanlışlığından daha önemli bir konu, bu bu insanların elinde değil. ve mesela bir çok insandan çok daha az zarar veriyor ya da hiç vermiyorlar insanlara. taciz tecavüz dediğin zaten herkes için geçerli, eşcinsellere özgü değil. ki içlerinde çok iyi, pırlanta gibi insanlar da var. '' peki neden? ben bunun ötekilenme yüzünden olduğunu düşünüyorum fakat neden ötekileştiriyoruz o benim tartışabileceğim bir konu değil genel olarak durumdan bahsedeceğim burda: 1984'te apa kriterlerinden eşcinselliğin hastalık olarak çıkarıldığı doğru mudur? evet. bize bunun dersini verdiler geçen hafta. ama orda sebebi belirtilmemiş ki. aslında asıl sebebi deneyler , bilimsel açıklamalar falan değildir. çünkü bilimsel bir bulguyu ''aha bak, adamlar ya da kadınlar normaldir lan, hasta değillermiş vs..'' diye topluma dayatamazsın. asıl sebebi aslında toplum içerisinde eşcinsel oranının artması neticesinde hastalık olmaktan çıktı. amerikada oran şu anda yüzde 10-15 civarında ki orda genel toplumda öyledir yazıyor o yanlış bilgi. doğu toplumlarında oran yüzde 2-3 lerde. sanırım sadece amerikan merkezli araştırmalar göz önüne alınmış ve yanlış çeviriye kurban gitmişler. 1980 lerden sonra enformasyon ve medyanın gelişmesiyle birlikte bir çok amerikalı ünlünün gay veya lezbiyen olduğunu açıklaması başlı başına toplumsal alıgyı değiştirmeye yetecekken artan eşcinsel oranı da buna katkıda bulundu ki doğu toplumlarında da artan oranlaral birlikte eşcinselliği ve homofobiyi sorgulamaya başlamamız bu algımızın da değişeceğine işarettir. fakat gel gelelim travesti konusuna. amerikada travesti sayısının yeterli çoğunluğa ulaşamamasından ziyade hala parafililer( cinsel fetişizm bozuklukları) altında değerlendirilmektedir. diğer parafililer nedir örnek verelim( flottörizm: fortlama, koprofili : işemeli sıçmalı sex.....)..... işte adamlar saf bilimsel veri üzerinden ilerleyemiyor. çünkü bilim toplum algılarıyla çatıştığında genelde kaybeden bilim oluyor. her neyse burdan hararetli tartışma çıkar burayı uzatmayayım. evrim ağacındaki yazıyı yetersiz bulmakla birlikte destekliyorum. homofobi kesinlikle anlamsızdır ve dayatmalarla alakalıdır. fakat eşcinsel ilişki sexten(coitustan) ibaret değildir tabii ki. gay çiftler arasındaki anal ilişki konusuna gelecek olursak elbette ki zararı var. hemoroid, enfeksiyonlar, travmalar vs...gibi bir çok hastalığın yayılmasına ortam veriyor elbette. fakat heterolarda da durum farklı değil. onlardaki anal ilişki de aynı şekilde sonuçlara yatkın. bu sebeple sadece bunun üzerinden cinsel eğilimleri hastalık olarak yargılamak yersizdir. eşcinsellerde elbette farklı şekilde cinsel tatmin yöntemleri vardır... onlar da bunun bilincindedir genel olarak. bu yüzden sık sık denediklerini sanmıyorum ya da en azından heterolardan daha çok konuya haim olduklarından gerekli egzersizleri ve hijyenik önlemelri aldıklarını düşünüyorum. tabi bu uzun süreli ve sık devam ederse anüste kalıcı genişelmeye sebep olabiliyor bu da boşaltım ve sindirim sorunlarına yol açıyor. tabi vajina için de bir benzeri geçerli. olayın ayarını tutturmak gerek:D aslında daha uzun yazmıştım en az iki katı epigenetiği açıklamıştım, eğilimler ve psikanalitiğe pek değinemedim. yanlışlıkla sekme kapattık hepsi gitti. idare edin bunla:D
    #336503 drjivago | 08/11/2014 23:20
     
  5. 30
    (bkz: okuyamadım kardeş durumumuz yoktu)
    #336504 tilden katz | 08/11/2014 23:34
     
  6. 31
    birincisi @26 '' yine yazı taraflı görünüyor bana da. ama ben bunu doğru buluyorum. bilimsel yöntem tarafsızdır evet, fakat bilimsel bulgulardan çıkarılacak sonuçlar taraflı olurlar. o yüzden bir çok bilim adamı aynı bulgudan bir sürü farklı sonuç çıkartır. bu yüzden böyle konularda farklı fikirlere sahip olup bilimle uğraşan kişilerin de görüşlerine ulaşmak lazım. yaptıklarının yanlış olduğunu söylemiyorum. bence doğru. zaten bilimsel verilere yüzde yüz güvenip hiç sorgulamadan inanmak da hastalıklı bir davranıştır. en doğru kaynak bilimdir, en doğru yöntem bilimdir fakat bilimsel süreç, tamamlanabilen bir süreç değildir sürekli gelişmektedir, hep eksik yönleri bulunur. bu tabi bilimi bırakalım kafamıza göre inanalım demek de değil. ama bu durum aynı bulguya farklı yorumlar getirme şansı doğurmakta ve bu kaçınılmaz. '' benim sorumun cevabı buydu gerisini boşuna yazmışın bikere. ikincisi başlıkta açık bir şekilde ibnelere bir sorum olduğunu açıkça belirtmiştim ben cevabımı aldım size hayırlı işler kızlar :) ?
    #336508 efendi | 08/11/2014 23:53
     
  7. 32
    ben genel olarak bütün yazıyı okudum madem hepsine cevap yazayım dedim :D
    #336517 anoktainoktagnokta | 09/11/2014 00:39
     
  8. 33
    @29 aynen katılıyorum hemen hemen. anal yolla her türlü ilişkiye karşıyım ben ama hetero da olsa. genlerle ilgili eklediğin kısım özellikle faydalı oldu benim için. o konuda araştırma yapma şansım yok vaktim olmadığı için güzel oldu. ve tabi "ben de bunu çok doğru buluyor ve artırıyorum: bu genlerle alakalı değil, yaşayışla, yetişmeyle alakalıdır" derken eksik yazmışım, genlerle alakalı olmadığını söylemek istemedim. ikisiyle de ilgili ama yaşayışa göre çok fark ettiğini ve değişebildiğini belirtmek istedim. orası hep atlanıyor. aslında insanın toplumsal yönü ve buna bağlı gelişimi ile ilgili çok az düşünüyor ve çok az şey biliyoruz. çok derin çok güzel konular var. belki yazarım bir gün kafamı toparlarsam.
    #336521 anoktainoktagnokta | 09/11/2014 00:46
     
  9. 34
    oo burada iyi malzeme var gibi. Okurum..
     
iv>