bu sabah...
çok erken...
henüz uyanmamışken...
dün geceki alkolün ağırlığını üstümden atmadan, bir fincan kahveden başka hiç kimseyle görüşmeye hazır değilken telefonun başında sinir içinde beklemeye koyuldum. bakkalın telefonu sürekli meşgul çalıyordu. bir esnafın telefonu meşgul çalamaz, çalmamalı.
ama çalıyordu işte...
? alo bakkal mehmet mi? kimsin peki? hüseyin mi? ha hüseyin'in arkadaşısın öyle mi?
arkadaşlığınızın derecesi nedir? yani siparişimi sana söylersem hüseyin'e iletebilir misin? direkt görüşebiliyor musun kendisiyle? ne demek anlayamadım? madem anlayamayacaksın niçin açıyorsun telefonu be adam? telefon çalınca kaldırıp alo demekle iş bitmiyor! karşı tarafı anlama mecburiyeti var öyle değil mi. yanında dilimizi bilen kimse var mi ? hüseyin nerede peki? ne zaman gelir tekel'den.. yani hüseyin hiçbir şey söylemeden tekel'e gidiyor ve yerine hiçbir işe yaramayan bir muttalip e bırakıyor öyle mi? muttalip , sayende telefon konuşmamıza maruz kalan arkadaşlar açısından son derece sıkıcı, manasız bir konuşma oldu... telefonu kapatmasını biliyorsun değil mi Muttalip ? o elindeki ahizeyi aldığın yere koyacaksın...tamam o zaman yap bakayım...
muttalip telefonu kapatmayı başardı ve artık iki fincan kahveye ihtiyacım vardı başım iyice çatlıyordu.
çok hızlı giyindim. eşofmanın altına iskarpin giyecek kadar şuursuz ve sinirli bir şekilde asansörü çağırdım. evet artık kuşkum kalmamıştı, tümüyle aksilikler üzerine kurulmuştu lanet olsun, sinir bozarak güldürmeyi deneyen bir komedi filminin içindeydim: asansör bozuktu. söylemeye gerek yok, altıncı katta oturuyorum. asansörse zemin katta derin bir sessizlik içindeydi.
bu sabah...
çok erken...
henüz uyanmamışken...
önce muttalip...
ardından asansör...
ve bakkal da olacaklar...
apartmanın kapısından tam çıkacakken, yönetici ruhi ... gözlerinde gecikmiş bir yakıt parası talebi, bende bozuk yok. benim için o sırada olay yerinde yönetici ruhi de yok görmeden yürüyorum kendisini...
bir sokak ilerdeki bakkala gitmek zorundaydım. daha önce bir kaç kez gittiğim ve bin kez pişman olduğum, çok gereksiz konularla ilgili uzun sohbetlerden dolayı geri zekalı bakkalla yüz yüze geldiğimde başıma gelecekleri anlamıştım ama artık çok geçti. on liram onun salam kokan ellerindeydi..
konuşma başladı...
daha doğrusu, o, ben bakkala girmeden önce konuşmaya başlamıştı, ben lafın arasına girdim.
hayır bakkal, dün gece fenerin yarı final maçını seyretmedim! hayır bakkal, gol kralı kim bilmiyorum. Chelsea nin nasıl futbol oynadığı hakkında hiçbir fikrim de yok, sadece ekmek ve gazete hakkında konuşmak istiyorum ...
hayır bakkal, takim tutmuyorum, hükümeti kurma çalışmalarıyla ilgilenmiyorum ve akil adamları tanımıyorum... ben kola, soda, sigara, ekmek ve gazete falan istiyorum o kadar.
hayır bakkal, atalay demirci bence iyi bir komedyen değil, esprileri seviliyor hepsi bu... hayır, fatih terim'in her geçen gün neden daha bir asabi olduğunu bilmiyorum. ahmet çakar ı görmedim , bilmiyorum.
hayır sayın bakkal kardeşim ben, günün yarısını televizyon seyredip diğer yarısını da seyrettiklerini diğer seyredenlerle konuşarak geçiren insanlardan değilim. ben bu ülkede bir azınlık mensubuyum ve bazı haklarım var. mesela hiçbir şey konuşmadan parasını ödeyerek ekmek, soda, sigara ve gazeteye sahip olmak gibi...
lütfen istediğim şeyleri...
hayır bakkal, dün geceki maçı seyretmediğimi kaç kere daha söyleyeceğim.
hayır akil adamlar gerçekten o kadar para kazanıyor mudur bilmiyorum yahu, daha da güzeli bilmek de istemiyorum..
benim özellikle bu tip durumlarda kullanılmak üzere geliştirdiğini ve çocukluğumdan beri özenle sakladığım, nefis, kullanışlı rahatlatıcı bir bana ne be kardeşim! adlı bir cümlem var. bu akil adamlar konusunda da o cümleyi kullandım. istersen sana da bu cümlenin küçük kardeşi olan sana ne be kardeşim! i vereyim, sen de bana , soda, sigara, ekmek ve gazetemi ver artık.
...
anlaşıldı... sürekli konuşan bakkala bakıp arada bir hiç, tabii canım türünden oportünist sesler çıkarmak ve içimden yukarıdaki
ları geçirmek işe yaramıyor... konuşmalıyım! ben de herkes gibi geyik muhabbetinin kapsama alanına girmeliyim! peki bakkal kolla kendini!
- evet bakkal evet! bu sabah saat beşe kadar fener maçının yorumlarını izledim., programlar bitti ama uyumadım... saat sekize kadar senin dükkanı açmanı bekledim bu arada o programların tekrarı döndü bir daha izledim çünkü senle konuşacaklarımı iyice belirlemem gerekiyordu .saat sekize kadar seni bekledim çünkü seyrettiklerimi derhal seninle paylaşmalıydım . başka türlü uyuyamazdım. evet hemen şunu belirtmeliyim ki fener bekli de bu sezon ki en iyi oyununu oynadı, o kadar topu direkten döndü şansızdı, ... ekmek.. kola sigara...
soda ve gazete verecek mısın? soruyorum bakkal bunları bana
verecek misinnnnn?
bu sabah...
çok, erken...
henüz uyanmamışken...
içinde sigara, soda, ekmek ve gazete olan bir poşetle, yönetici ruhinin yanından yakıt parasını sanki yıllık peşin ödemiş bir edayla geçip, altı kat merdiven tırmanarak eve vardım... artık kahvaltımı hazırlayabilirdim... tam burada, o tiksindiğim cümleyi yazmak zorundayım: fakat o da ne? poşetin içinde ekmek yok! kola var ,sigara var soda var, gazete var ama ekmek yok.. derhal telefona sarıldım... (bir süre birbirimize sarılıp ağladık.)
? alo bakkal Hüseyin mi? kimsin peki? muttalip mi yine ? muttalip, sen telefonu kapat, ben biraz ağlayacagım tamam mı koçum!