benim küçükken köpeğim vardı. kaybetmiş yolunu, girmiş bizim bahçeye. sahiplenmiştim onu. 20 gün bakmıştım tam. bizimkiler hayvan sevmez pek. bi tek ben bakmıştım. dolaptan yemek kaçırır önüne verirdim. küçücük bir şeydi zaten. gecenin kör vakti kalkıp kontrol ederdim yerinde mi diye. sonra bir gün 3-4 günlüğüne trabzon'a dayımlara gittim. hatta gelince tasma felan takarım diyodum. ama geldiğimde yoktu. bizimkilere sordum, ağızlarını bıçak açmadı. ağladım çok. epeyce ağladım. litrelerce sümük, yarısı ağzıma giriyor yarısı çenemden aşağı süzülüyor. 1 hafta doğru dürüst bir şey yemedim. sonra öğrendim ki annem köye göndermiş babamla. bi tane kutunun içine koyup
ya atmışlar, sonra da köye götürüp salmışlar. annemin içindeki gizli aliye rona'yı o zaman keşfettim. olayı 2-3 sene sonra anca anlatmışlardı. bu sefer ağlamamıştım ama içimde böyle bi karıncalanma, bi sızlama olmuştu. hala da düşündükçe olur. aradan geçen 10 seneye rağmen. sonra da hayvan mayvan beslemedim.