1
her ne kadar sevgili demiş olsamda teknik olarak sevgili olmayan. platonik aşka yazılmış ve asla yollanamamış bir mektuptur. edit : yazım hataları için kusura bakmayın. Nereden nasıl başlamam gerek bilmiyorum. Bu mektubu sana okutur muyum onuda bilmiyorum yani şunları sadece yazıyorum belki utanıp veremem bile. Bugün 25 nisan 2014 saat tam 06.05 Kulaklığımdan Cem Karaca yıkıp geçiyor beni ve sen yalnızlığının tek sıkıntısı olduğunu düşündüğün, sırtının açık kalan kısmına battaniyeni çekecek birinin olmayışına üzülerek uyuduğun gecenin sabahı... Kafam karışık, duygularımı kağıda bile çekinerek yazıyorum, rahat dile getiremiyorum içimdekileri.... Malum ben pek normal bir adam değilim, seninde pek normal olduğun söylenemez bu yüzden bana sen ve ben aynı dili konuşuyoruz gibi geliyor . Dudaklarımızdan başka sözcükler dökülüyor olsa dahi anlatmak istediklerimiz aynı gibi... Tabi bu benim hislerim dedim ya normal bir adam değilim yanılıyor da ola bilirim. Ancak senin diline şuan o kadar uzak hissediyorum ki, farklı kanallardayız aynı dili konuşmuyoruz ben uzak doğuda sen ise amerika kıtasında yaşıyorsun gibi geliyor anlamlarımız var oluşlarımız karışıyor gibi. Ya kusura bakma, insan eline kalemi alınca, her duygusuna, her kafasının takıldığına değinmek istiyor duygular bir birine karışıyor sonra cümleler karışıyor özlük karışıyor. Sana bu mektubu onlarca kez yazmayı denedim. Bir yerden sonra sildim yeniden yazdım, tekrar sildim. Bu sefer üşeniyorum, herhalde sana gönderemeyeceğimi düşündüğüm için. Daha doğrusu, utanarak yazdığım için herhalde. Ben hep içten içe senden hoşlandım, hatta salakça bir şekilde olsa da sana belli ettim söyledim söylemeye çalıştım. Sende daha teklif dahi etmeden, edemeden beni redd ettin. Herhalde bu şekilde redd edilen az kişiden biri olarak tarihe geçtim. Keşke sözlerimi bitirmeme o gün izin verseydin ben içimdekileri dökmüş sende anlamamış olarak devam ederdin. İkimizde rahat bir nefes alırdık yani zor mu sanki 40 yaşına kadar severdim seni. Hayat sevince güzel... Sevilince değil. Benim, kendime seninle alakalı hiç soramadığım sorular mevcut yani cevaplarını bir an bile düşününce üzüntüden saçlarım tel tel beyazladığını hissettiğim sorular bunlar. Ya kusura bakma betimlemelerin hiç bir zaman güzel olmuyor ancak şu durumda olunca bilmek gerekiyor ki hissetmek betimlemeye çalışmaktan daha zor ve daha çirkin. Her neyse bu kadar gözlerini yordun okudun ben böyle konudan konuya atlayarak yazarsam bir mektuptan çok bir denemeye doğru gelişecek bir kitap haline dönecek. Söylemek istediklerimi bir sıraya koyamıyorum ve o kadar utanarak yazıyorum ki şuan duygularıma aklıma karanlık bir perde indi sanki ne demek istediğimi ne yazmak istediğimi düşününce kalıyorum öyle nutkum tutuluyor. İşin aslı senin varlığın bana yapılmış enteresan bir şaka gibi geliyor . Yada bu bir şakaysa ben hâlâ bu şakaya nasıl karşılık vermem gerektiğini bilmiyorum. Tek sorunda bu sanki, evet seni seviyorum ve gecenin bir yarısı sırtının açıkta kalan kısmını öpüp battaniyeni sıkıca örtüp iyi geceler dileyip senin yanında kıvrılıp beraber uyumak istiyorum ancak bu mertebeye ulaşmanın yolunu bilmiyorum. Herkesin kalbinin çizildiği bir yer var.Benim gibi olunca o çizgilerin sahip olduğu görünmez duvarlarına çarpıyorsun. Daha öteye gidemiyorsun. Bütün dünyan o çakıldığın yerden uzanabildiğin yere kadar oluyor artık. Benim çakıldığım yer de o battaniye ile üzerini örte bilme hayali ve uzana bildiğim yerde bu mektubun sende bırakacağı etki kadar işte. Ancak ben kalbinin çizildiği yerin tam neresindeyim bilemiyorum. Hiçbir zaman da bilemeyeceğim bunu. Orası beni daha iyi bilecek... İnsan en az üç kişiymiş. Kendisi, olmak istediği kişi ve aradaki farkta yaşayan üçüncü. En sahicisi de bu üçüncüymüş. Olmak istediğin kişiden kendini çıkardığında, aradaki farkta yaşayan kişi en çok sana benzeyen kişiymiş. Ne kendin kadar huzursuz ne de olmak istediğin kişi kadar hayal oluyor o kişi. Yine bu yüzden iki insanın birbirine âşık olması en az altı kişi arasında geçen bir hadise oluyor yani. Hangi kişiliğinin hangi kişiliğe, hangi parçanın hangi parçaya özlem duyduğunu çözemediğinden, içmeyi unuttuğun sigara parmaklarını yakana kadar içtiğin kahve buz olana kadar karşı duvara bakıyorsun. Bende aynı böyleyim . Seni düşünerek yaptığım kahveler buz oluyor, duvar sanki bir ağzı olsa insafa gelip yol gösterecekmiş gibi oluyor. Bana bu denli derin duygular besletiyorsun bunu başaranda bir tek sen oldun ve bunu Alsancakta ilk buluştuğumuzda yanıma gelirken o yürüyüşün bana bunları hissetiren... O an aklımdan çıkmıyor. Sanki havada pembe güller uçuşuyor, senin melek kanatların siluetindeki manzarayı dahada manevi hisleri etkilercesine gözlerime işliyordu. Varmı bunun bir başka açıklaması ? Aşık oldum ben sana ve asla sırtının açık kalan kısmı battaniyeyi iyi örtemediğin için üşümesin diye hep yanında olmak istiyorum. Bu imkansız mı ? Asla olamaz mı ? Ben seninle konuşurken yanaklarına dokunuyor gibi hissediyorum. Sanki konuşmuyoruzda yanaklarını sevgimin en coşkulu haliyle sıkıyormuşum gibi. Dizime uzandığında saçlarını okşadığımda kedi gibi mayıştığın halini izlerken yaşadığım o an hiç bitmesin duygusunu hissediyorum. Ben seni sevdim, hemde çok sevdim isterdim ki bu sevgi büyüsün büyüsün dahada büyüsün... Bu sevgim hem sana, hem bana, hemde ileride çocuklarımıza bile yetsin, hatta torunlarımıza miras kalsın. Bu hayallerimi umarım seninle bir gün gerçekleştire bilirim. Ellerini tuta bilirim, seni rahatlıkla öpe bilirim ve en önemlisi sevgimi saklamak zorunda kalmayıp sevgimi sana gösterince seni mutlu ede bilirim.... bilocan göklerde