bu yazıya başladığımda, perşembe gecesiydi ve saat 00:02 idi. şu anda cumartesi, saat 08:19. İki defa uyudum, bunun dışında yemek yemek ve duş almak gibi işler dışında başka bir şey yapmadan kuran-ı kerim okudum ve yazdım. kitap az önce bitti. eve kapandım ve kaç saat hesaplamaya üşendiğim süre boyunca bu işle uğraştım. henüz daha yazının bir kısmını yazmamış durumdayım. yani "çok uzundu kardeş durumumuz yoktu okuyamadık" gibi şeyler söyleyecekler, en fazla bir saatinizi alır okumak. not: yazı bitti sayılır, saat 10:30. esas olarak okurken not tutarım. okuduğunuz bu notlar da, kendime tuttuğum okuma notlarından ibarettir, bilimsel bir çalışma değildir. zaten oldukça cahilimdir, bilimsel bir çalışma yapmak bana düşmeyeceği gibi, bu çalışma çok daha yetkin kişiler tarafından yürütülmüştür herhalde. eğer amacım bilimsel bir metin sunmak olsaydı yazmak yerine önce haftalar alacak bir araştırma işine girmem, bilimsel kaynaklar sunmam gerekirdi yani. ben bunları bir tartışmaya karşılık olarak ve arkadaşınız olarak yazıyorum. kırılacaklar, sinirlenecekler okumasınlar. bazı yerlerde sert dil kullanabilirim. tanrının varlığına inanmadığımdan ve muhammed'in peygamber olduğuna da inanmadığımdan, bu kitabın tanrının lafından oluştuğuna inanmıyorum. bu sebeple kendi açımdan baktığımda sert dille eleştirdiğim şey, tanrının lafı olmuyor. ki tekrar okuduğumda sert bir eleştiri yapmamışım. sırf birilerini kırmamak için, sanki "öyleymiş gibi" yazabilirdim. fakat bu dürüst bir davranış olmazdı. ayrıca aynı durumun tersi yaşanmadığından -yani bu kitap tanrı lafıymış gibi bana sunulursa orada da ben kırılabilirim- haksızlık da olurdu. kesinlikle hata yaptığım, yanlış yorumladığım, kelimeleri yanlış anladığım olmuştur. bunları düzeltin, doğrusunu tartışalım. "sen kimsin ki allah'ın yazdığını anlayacaksın?" diyenler için geliyor: anlamayacaksak neden okuyoruz? asla anlayamayacağımız bir şeye nasıl inanabiliyoruz? bunlar hayati olaylar oysa. bu yazıyla kimsenin inancını çürütemeyeceğimi biliyorum -baştan eklemek isterim-. ta bebeklikten gelme ve koca bir yaşantıyla kemikleşmiş bir inancı öyle tek bir yazıyla yıkmak mümkün değildir. ayrıca ailesinden ve çevresinden de çekinir insan. onların gözündeki değerini kaybetmek istemez. ayrıca evreni-dünyayı-insanı anlamak hiç bitmeyen ve zor bir iştir. sürekli araştırma ister. az çok anlıyor hale gelebilmek bile uzun bir araştırma ve okuma ister ki bunları derinlemesine düşünmek de gerekir. hele bunları içselleştirip yaşama uygulamak daha da zordur. ama, fakat, bilen insan hayatında kontrol sahibi olabilir ancak. ne yapması gerektiğini, nasıl mutlu olacağını, problemleriyle nasıl savaşacağını, sevdiklerine nasıl yardım edebileceğini ancak böyle görür. tabi ki bütün soruların cevabını sizden daha çok bilen, her şeyi bilen bir şeye bırakmak insanı rahatlatır. siz onu anlayamıyorsunuzdur ve hiçbir insan asla anlayamayacaktır, çünkü insan dediğin nedir ki? işte bu insanı rahatlatır. mutlu eder. o içini kemiren cevapsız sorulardan kurtarır. oysa, ne yazık ki yaşamak bu kadar kolay ve merhametli değildir. o sorulardan kurtulmuş olmayacaksınız, yalnızca kafanızı gömüyor olacaksınız. gerçeklerden kaçmak mümkün müdür? rahat bir yaşamı olana sözüm yok. sadece tartışırken keyiften tartışırım onlar ile. onlar hayatlarında ve dolayısı ile herhangi bir şeyde değişiklik istemezler. bu yüzden düşünmeye araştırmaya ihtiyaç duymazlar. ama yaşantılarınızda problemler varsa bilin ki o problemler gerçektir ve gerçekler ancak gerçeklerle çözümlenir. gelelim kitabın eleştirisine: 1- kitabın yüzde doksanı tekrardan ibaret. günlerce aralıksız aynı şeylerin tekrarını okudum. gerçekten bazı anlar zor dayandım diyebilirim. kainatı zamansızca açıklayan, bizlere yol gösteren kitabın yüzde doksanının özeti aşağı yukarı şu: inananlar çok güzel insanlardır, onlara altlarından dereler akan bahçeler ve kadınlar vardır-inanmayanlar ne zalimlerdir, onlara da sonsuz ateş vardır. diğer tekrarlar: islamdan önce bulunan yahudi ve hristiyan hikayelerinin tekrarı. ki o hikayelerin bir kısmı da başka inanışlardan, kültürlerden gelmedir. ibrahim hikayesi örneğin en az beş kere tekrar anlatılmıştır -çok ufak katkılar ile-. bu hikayelerin hemen hepsi de peygamber gönderilen, ama o peygambere inanılmayan kavimlerin helakı ile ilgilidir. ana fikirleri şudur: inanmazsanız, helak ederiz. oysa günümüzde böyle bir durum olmadığı biliniyor. bir de ibretlik olay olarak şunlar çok sık tekrar ediliyor: yerin yaratılışı, göğün bir tavan olarak yükseltilişi, gökten su indirilmesi, gemilerin suda yüzdürülmesi ve dağların yere, yer bizi sarsmasın diye bir kazık olarak çakılması. bir de binekler yaratılması ile kuşların uçması geldi aklıma. bunlar aynen tekrarlanıyor. kitabın yüzde doksanı bu işte. hiç abartım yoktur. "kitaptan cımbızla ayet çekip eleştiriyorsun" denecekse, bilinmelidir ki kitapta eleştirilecek çok fazla şey yok. çünkü kitapta çok fazla şey anlatılmamış. bu tekrarlar özetlenerek tek hükümlere indirilse, kitap epey kısalır. bazı sureler sırf cennet cehennem vaadlerinin tekrarlarından ibarettir hatta. 2- kitapta insanlar kavimlerden ibaret algılanıyor. bu, insanlığın ilkel döneminden kalma bir algı. ilkel insanlar, kan bağı bulunan aileler-aşiretler olarak yaşıyorlardı. kuran-ı kerim'in indiği dönemde de aşiretler halinde yaşıyor olmalılar, kitaptakilere göre. bu yüzden kitap ile günümüz zaman zaman çelişiyor. günümüzde yine milletler olarak bile değil, ülkeler olarak yaşıyoruz. ve gittikçe küreselleşiyor dünya. ileride bütün bu sınırların da ortadan kalkacağına inanıyorum şahsen. 3- eski hikayelerin bu kadar çok tekrarlanmasının bir nedeni de şu olsa gerek: o dönemde bu hikayelere gerçekmiş gibi inanılıyor olmalı. bu yüzden ikna edicilikleri epey daha fazla olsa gerek. oysa günümüzde düşününce, bu hikayeler kanıtlanmadan anlamsız kalıyor çoğu. "firavun'un kavmini boğmadık mı, bize niye inanmıyorsunuz o zaman?" diye sorulduğunda mesela. 4- kitap, çok temel ahlak kurallarını aynen kullanmaktan başka bir şey yapmıyor. en çok da "güzel" ve "kötü" şeyler yapmaktan bahsediyor, ama bu kadar. iyilik ve kötülük, günümüzdeki kadar göreli algılanamıyor olmalı o dönemde. yine de kainati açıklayan kitabın bize sunduğu ahlak şundan ibaret: -zina yapmayın. -allah'a ve peygambere inanın. -kötü amel işlemeyin. iyi amel işleyin. -zekat sadaka verin. -namaz kılın. -müminler olarak kendi aranızda savaşa tutuşmayın. -faiz kullanmayın. -sarhoş edici şeyler kullanmayın. bir de yasaklı şeyleri yemeyin. gibi. bu basitlikten dışarıya çıkılmamış. oysa bunları bilmek için kitaba gerek var mı gerçekten? yasaklı yiyecekler bile önceki dinlerde mevcut o dönemde zaten var olan kurallar çoğu. bugün ise bazıları sorgulanabilir durumda. cahiliye döneminden kalma yanlış hatırlamıyorsam iki kötü uygulama yasaklanmış. biri kız çocukların öldürülmesi, diğeri de karıyı anneye benzetip boşama mı engellenmişti, unuttum. bunlar güzel şeyler. ama bu kadar. 5- dil problemi. kitap dönemin arapçasıyla inmiş. zamansız olan, kainati açıklayan, ondan sonra yaşayacak tüm insanlara rehber olacak kitap için allah, ileride dillerin problem yaratacağını bilmiyor mu? diller ki sürekli gelişiyorlar, kelimeler ki anlamları yıllar geçtikçe değişiyor, genişliyor, insanın bakış açısına göre daha fazla şey ifade eder oluyor. ayrıca kelimeler ve cümleler, ona bakan insan tarafından anlamlandırılır. esasen çizgilerden ive seslerden ibaretler. her kelimenin her insanda başka anlamı vardır. bu da kitabın yoruma sonuna kadar açık olması demektir ki, bu kadar net olması gereken bir kitaba bu aykırıdır. 6- o dönemin arap kavmi dışında hiçkimseye seslenmiyor kitap. sayısız uygarlık, kavim, topluluk, millet, ülke gelip geçti. yalnız o dönemin arap kavmine özel bir sürü ayet var, ve onlara özel seslenilmiş, iç meseleleri halledilmiş. adaletsiz değil mi? 7- kitabın bir bölümünde rüya tabirinden bahsediliyor ve rüya tabiri gerçek kabul ediliyordu. o dönem için rüyaların işleyişi nedeni bilinmediğinden bu doğal bir durum. fakat günümüzde rüyaların uyku esnasında beyinde gerçekleşen rastgele bağdaştırmalar olduğunu biliyoruz az çok. o rüyalardan herhangi bir tabir çıkması mümkün müdür? 8- diyoruz ki biz modern çağlara girdik. zeus gibi saçma sapan hikayelere artık tapmıyoruz, geliştik, ilerledik, hikayelere inanmaz olduk. kitabı dikkatlı okuyun -ki pagan hikayelerinden de kalıntılar var kitapta- ve düşünün: bir tanrı var. altı günde yeri ve gökleri yaratıyor. melekleri cinleri yaratıyor. sonra topraktan insanları yaratıyor ve onları cennetine koyuyor. şeytan diyor ki -ki kendisi yine eskilere dayanmaktadır ve kötülük kavramının idealize edilmiş soyutlanmış halidir, oldukça çocukça bir düşüncedir- ben ateşten, o topraktan yaratıldı, ateş daha faydalıdır ben ona tapmam. tanrı diyor ki cehenneme gideceksin. şeytan da diyor ki bana kıyamete kadar süre ver de seninkileri yoldan çıkarıp cehenneme attırayım. tanrı da diyor ki haydi sen süre verilmişlerdensin. insanlara söylenen tek şey şu: şurada bir ağaç var, ondan yemeyin. şeytan kandırıp yedirtiyor o ağaçtan, insanlar dünyaya düşüyorlar. bu olmasa düşmeyeceklerdi. sırf benim hiç tanımadığım biri bir ağaçtan meyve yedi diye şimdi cennete gitmek için sınavdan geçmek zorundayım. neyse. bir de üzerine kitapta anladığımız kadarıyla inanmayanların gönülleri mühürlenmiş, inanmaları zaten mümkün olmayan insanlar varmış. ki zaten düşününce her şeyi yaratan ve bilen tanrının, kimin inanıp kimin inanmayacağını da bilmesi gerekiyor. bu durumda bu sınavın da sonucu belli. neyse sınav bitince gök yıkılıyor, dağlar yürüyor, mezarlardan insanların kemikleri diriltiliyor, sonra cennete ya da cehenneme gidip gitmeyeceğinize karar veriliyor. en önemli ölçüt: tanrıya inanıp inanmadığınız. en önemlisi gerçekten de bu, kitapta da belirtildiği üzere. tanrıya "ve peygambere" inandıysanız eğer, sonsuza kadar altından nehirler akan bahçelerde, rahat koltuklarda oturup rızıklanacaksınız, tatlı yiyecek ve içecekler ile, sizin için özel yaratılmış bakire, kimseye bakmayan ceylan gözlü memeleri yeni tomurcuklanmış -bunu ben eklemedim kitapta yazıyor- karılarınız olacak, bir de hizmetçileriniz olacak. yani keyif çatacaksınız öyle, boş boş. inanmadıysanız ateşten yataklara yatacak, kaynar sular içeceksiniz. işte, evrenin, kainatın açıklaması bu. gerçekten de aşağı yukarı kitap bundan ibaret. şimdi zeus'a nasıl saçma diyebiliriz? 9- ayrıca kitabın yirmi küsur yılda, olaylar geliştikçe olaylara özel indirilmesi de şüphe uyandırıyor insanda. 10- tanrı kendi yaratıyor, sonra yarattığını cehenneme nasıl atabiliyor? kader diye bir şey yazılıyken? özgür iradeniz var diyecekseniz, irade neye göre şekillenir? insanın düşünme sistemi nasıl şekillenir? yoktan mı var olur irade, seçme, seçim yapabilme kabiliyeti, yoksa yaşadıklarınızdan, deneyimlerinizden, bilgilerinizden mi şekillenir? allah yaratmadan düşünce sistemi, seçme sistemi olabilir mi bu mantıkta? 11- "o orada öyle denmiş de, aslında şu kast edilmiş" diyecekler için tekrarlıyorum, ben ne yazılı ise onu eleştirdim, ondan çıkarılabilecek milyonlarca başka anlam ise, ancak kitabın yol gösterici olma iddiasını çürütmeye yarar. 12- kitapta devlet yönetimine dair zerre bir şey yoktur. bu kitap ile devlet kurulup bu kitaba göre devlet idare edilemez, hele ki günümüzde. ekonomi dediğini oku oku bitiremezsin, uygulaması kim bilir ne kadar zordur, hele ki sömürgeci devletlere karşı bağımsız olmaya uğraşacaksan bir de orta doğu gibi bir bölgede. bu açıdan kitaba dayandığını iddia ederek ülke yönetecek olanlar mecburen kendi kafalarına ve din alimlerine uygun hareket etmek "zorunda" kalacaklar, o alimler kimlerdir? normal insanlar işte. kitaptan bizim çıkaramadığımız süpersonik sonuçları nasıl çıkarabiliyorlar? belli değil. 13- kitap kadını kesinlikle ikinci sınıf görüyor. bu kitapta kadın erkek kesinlikle ve kesinlikle eşit değildir. bu da o dönemin doğal algısının bir problemidir. ayrıca kitap köleliğe de karşı değildir. buna dair de kesin kanıtlar vardır. şimdi gelin, kitabı ayet ayet incelediğim asıl kısma geçelim: bakara: 7: tanrı bazı insanların kalplerini mühürledikten sonra, onları neden cehenneme atıyor? çok sorulmuş bir sorudur eminim ki. 17, 18'de de aynı soru var. 22: soracağım soruyu daha önce görmüştüm ama, kimse muhammed gibi sure getiremez mi? tanrı neden bu kadar anlamsız bir şekilde rest çekiyor? herhangi biri sure yazıp getirebilir -bunun tanrının lafı olduğunu kanıtlayamaz ama, muhammed de kanıtlayamaz-, ayrıca inandıklarını da çağırabilir. bu onların doğru olduğu anlamına mı gelir? 24: tam olarak aynı şeyleri ben yazıp, başka bir tanrıya davet etsem insanları, bu beni haklı çıkarır mıydı? çıkarmazdı. tanrı neden böyle hatalı bir tartışma yöntemi kullanıyor? 25- işte sıkıntılardan biri bu. insan, yaptığı iyilikleri öte dünyada ödüllendirilmek için yapmaz. birincisi, iyilik ve kötülük kavramları gerçeklere, toplumsal yapıya ve koşullara, bireyin bu yapıda durduğu noktaya göre şekillenir ve oldukça gerçektir. mesela boğulan birini gördüğümde, hemen atlayıp kurtarırım. çünkü ben boğulduğumda, beni de başkaları kurtarabilir ancak. ayrıca içinde yaşadığım toplumda kabul görmek, sevilmek, saygı kazanmak da benim için önemlidir. çünkü insanlardan bağımsız yaşamıyorum. yaşantım, diğer insanlar ile kurduğum ilişkiler ölçüsünde belirleniyor. eğer ben bu gerçekleri kenara bırakır, sadece cennete gideceğim diye iyilik yapmaya başlarsam, biri bana "şunu yapınca cennete gidersin" dediğinde, onu yaparım. beni ikna etmesi yeterlidir. her şeyi yapabilir hale gelirim. oysa insan hareketlerinin temellerini bilmelidir ve o temelleri her zaman araştırıp öğrenerek geliştirmelidir. 49-50 ve genel olarak o bölüm- bu hikaye genel olarak bir problem doğuruyor yanlış anlamıyorsam. buna göre tanrı kısaca diyor ki "bakın biz sizi zamanında firavunların kötülüğünden kurtarmıştık, hatta bizzat suyu yarıp sizi geçirmiş, firavun askerlerini boğmuştuk. hatırlayın ve bana iman edin". bunları gerçek saysak dahi, o zaman şu soru ortaya çıkıyor: madem ki tanrı gerektiğinde dünyaya müdahale edip kendisine inanan insanları kutarıyor, öyleyse günümüzde müslüman insanların çektikleri akıl almaz işkencelere neden bir dur demiyor? sefaletinden tut savaşına, sömürüsüne, hastalığına, her türlü acıyı çekmekte müslüman halk. yok eğer müdahale etmiyorsa, bu hikaye nedir? nedendir? 55- beni neden yıldırım çarpmıyor mesela? gerçekliği şüpheli örnekler vererek inanmamız bekleniyor. gerçek bir örnek olsa işler değişir ama. diyeceksiniz ki kendi iradenle inanmalısın, kendin bulmalısın tanrıyı. öyleyse neden kitabın şimdiye kadar okuduğum bütün kısmında tanrı var gücüyle beni ikna etmeye uğraşıyor? bıraksın, ben bulayım onu? "bak şöyle öldürdüm, böyle yaktım, şöyle boğdum, inanmayanlar kördür, şöyle mahvolurlar, böyle yokolurlar" şeklinde tehditler, bu algıyı yanlışlamıyor mu? 56- evet işte bak güzel yöntem. ayrıca bu olay gerçekse mesela diyelim ki, haksızlık var. adamlar inanmamış, günah işlemiş, tepelerine yıldırım düşmüş, sonra cehenneme gideceklerine yine dirilmişler. inanmaları için bariz bir kanıt sunulmuş. sonra yine diriltilip ikinci de bir şans sunulmuş. bana hiç böyle bir kanıt sunulmadığı halde ben cehenneme, onlar cennete gidecek. -direkt olarak o dönemin yahudilerine karşı, yahudi tarihindeki olaylar ve efsanelerden bahsederek yine direkt olarak yahudiler ikna edilmeye uğraşılıyor ve bu beni hiç ilgilendirmiyor. oysa kitap zamansız ve genel bir şekilde yazılmalıydı. bu, kitabın o dönemin koşulları için yazıldığına bir işaret. yahudiler musanın arkasından bir buzağıya tapmışlar mesela. ben böyle bir şey yapmadım? günümüzde hiçkimsenin bu olay ile alakası yok. bu olaydan çıkarılacak mesaj da "tanrıdan başka bir şeye tapmayınız" olabilir ancak ki o kitapta zaten bulunuyor. böyle ekstra bir hikayeye ve direkt olarak o dönemin belirli kabilelerine seslenmeye gerek yok sanki. 98- yine direkt olarak tehdit. korkutma. tanrı hem beni yaratıyor, hem bana ona ve meleklerine inanmam için hiçbir kanıt sunmuyor. diyeceksiniz ki kendin bulmalısın, kanıtla olmaz. o zaman beni niye tehdit ediyor? bana neden düşman oluyor? gerçekten, tanrı neden kendi yarattığı şeye düşman oluyor? benim ne suçum var arkadaş bu durumda? 105- bu gibi ayetler kafa karıştırıyor. kitap, allah'ın sözlerinden oluşmuyor mu? neden allah sürekli olarak kendisini överek, yücelterek insanları inanmaya ikna etmeye uğraşıyor? allah neden kendisine inanılmasına bu derece ihtiyaç duyuyor, bu da apayrı bir konu. bu tür ayetlerin bolluğu ise ap ap ayrı bir konu. 106- bu başlı başına bir problem ve problemi yazmaya gerek duymuyorum bile. okunması yeterli. 108- adamın biri gelecek ve "bakın böyle böyle şeyler var, tanrının lafları bunlar, beni de o gönderdi artık ben ne dersem o olacak" diyecek ve kimse onu sorgulamayacak? nasıl olacak bu? sorgulayıp da öyle inanmaları, ikna olmaları gerekmiyor mu? ayrıca bu ayet muhammed'in kişisel çıkarları için kitabı kullandığına da bir kanıt olabilir. "peygamberinizi sorguya çekmeyin" diyor, bizzat kendi getirdiği ayette. 111- "haydi bakalım, siz getirin delillerinizi sayın müslümanlar?" derlerse ne olacak? 117- bu çok temel bir tartışma. yoktan var etme yani. imkansız çünkü. o değil, tanrı "ol" diyerek var ediyor ve bir şey hemen oluveriyor. tanrının insan şeklinde tasarlanmış olması nedendir? tanrı neden insan dilinde "ol" diyor, yoksa kendi dili mi var, ağzı da var mı? diyeceksiniz ki yoruma açık. o zamanın insanları anlasınlar diye öyle yazmış. bu zamanın insanları da anlamıyor ama. o zamanın insanına "tanrı insana benzemez, siz anlayamazsınız" deselerdi, bu zamanın insanıyla aynı tepkiyi alırlardı. ve "olmasını istediği şeyi yoktan var eder, ister, istediği şey de oluverir" gibi yazılsaydı kimse bunu anlamamazlık etmezdi. "ol" dedi şeklinde yazılmaya ne gerek var burada? 118- bizim kavmimize herhangi bir açık seçik delil gösterilmedi? 121- mesela böyle bir ayetin -ve bu tarz sayısız başka ayetin- kitapta ne işi var? "bak inanın, bak bana inanın, bak şöyle yakarım, böyle yakarım, inanmayan şöyle kötüdür, şöyle hüsran içindedir" terkar edilip edilip duruyor. kitap gerçekleri anlatmak, ne bileyim evreni, yaşamı açıklama, tanrıyı anlatmak, yol göstermek vs. yerine kendinin geçerliliğine - ve tabi elbet bu kitabı getiren kişiye- inandırmaya uğraşıyor daha çok. bütün insanlığa tüm zamanlar boyunca yol göstermek gibi zor bir işi üstlenen bir kitabın değerli surelerinin bu kadar büyük kısmının gereksiz tehditlere ve inandırma çabalarına ayrılması garip. mesela bunun yerine inandırıcı olmak için yapılabilecek sayısız şey var. istese çok rahat inandırabilir tanrı, insanları. inandırmıyor. ama inandırmamasına rağmen, bana inanın diye tekrar edip, üsteleyip, tehdit edip duruyor. garip. 152- ilginç bir sure. 154- ilginç bir sure. 159-160-161- ilginç sureler. 164- mesela, dünyanın nasıl güneş etrafında döndüğü, böylece gece ve gündüzün gerçekte nasıl oluştuğu anlatılabilirdi. çok da rahat anlaşılabilirdi o dönemde. ama böyle basit kanıtlar sunmak yerine sayfalarca inanmayanı tehdit etmek tercih edilmiş. ayrıca "gece ve gündüzün ard arda gelişi" gibi bir şey kullanılmış üstelik. sanki ard arda gelemeye de bilirmiş, gece ve gündüz ayrı kendi başlarına varlıklarmış gibi seziliyor. 165- "keşke anlasalardı" gibi çelişik bir ifade var. her şeye gücü yeten tanrı, neden "keşke anlasalardı" gibi bir dilekte bulunur ki? 173- bu ayete göre insan eti yemek günah değildir. ayrıca domuz eti neden haram? diyeceksiniz ki şöyle şöyle zararı var, şusu fazla busu fazla. aynı özelliklere sahip başka etler yok mu? onlar neden haram değil? ayrıca domuz eti o kadar zararlıysa, bunu sürekli yiyen ülkeler var, onlarda neden sağlık problemleri baş göstermiyor? bilimsel bir yöntemle konuya baktığımızda diyoruz ki "herhalde domuz tabusunun daha eski kökleri olmalı ve kur-andan önce de tabu olarak arap toplumunda bulunmalı ki, muhammed de aynı şekliyle alıp kitabına koymuş olsun. böylece mantığımıza oturabiliyor. kısa bir araştırma sonucu görüyoruz ki evet, domuz tabusu çok daha eskilere dayanıyor, üstelik yahudilikte de var, antik mısırda da var. diyoruz ki "herhalde domuz tabusu, totemizme kadar uzanan köklere sahiptir". totemizm nedir? gelin orhan
lioğlu'nun kitabındaki bir bölümden fikir edinelim: Bir XVIII. yüzyıl düşünürü, Volney (Constantin François, Comte de Chasseboeuf (1757-1820),gök ölçüsünün hikayesini kendi açısından; şöyle anlatıyor: 1- İlk insanların hiçbir düşünceleri yoktu. Önce kollarını, bacaklarını kullanmasını öğrendiler. Gittikçe; babalarının deneylerinden yararlanarak geliştiler. Yaşama araçlarını sağlama bağladıkça zekaları, ilkel gereksemeler (ihtiyaçlar) zincirinden kurtularak dolayısıyla anlamalara; sonuç çıkarmalara (istidlallere) yöneldi. İnsan zekası, giderek, soyut bilgileri kavramak gücünü de kazandı. Yeryüzünde kendilerinden başka birçok varlıklar kaynaşıyordu, bu varlıkların çoğu karşı gelinmez nitelikte güçlüydüler. Ateş yakıyor, gök gürlemesi ürkütüyor, su boğuyor, yel sürüklüyordu. Uzun yıllar bu etkilerin nedenlerini düşünmeden katlandılar. Bütün bunların neden böyle [sayfa 23] olduklarını anlamak isteyen ilk insan şaşkına döndü. Sonra, şöyle düşünmeye başladı: 1. Onlar kendisinden güçlü, kendisine üstündüler. Tanrı düşüncesinin temeli budur. Kimileri acı, kimileri tatlı etkiler uyandırmaktadırlar. Acıyla etkileyenlerden korkuyor, onlardan uzaklaşmak istiyordu. Tatlıyla etkileyenlere umut bağlıyor, onlara yaklaşmak istiyordu. İşte korku ve umut, gök ölçüsünün bu ilkeleri, böylece doğdular. Kendisi nasıl bir başkasını itmek isteyince itebiliyorsa onlar da yakmak isteyince yakabiliyorlardı. Şu halde onlarda da kendisininki gibi bir irade, bir zeka olmalıydı. İşte Tanrılık irade, Tanrılık zeka düşüncesi böyle başladı. Kendisine kötülük etmek isteyen bir soydaşının önünde nasıl alçalıyor, ona nasıl yalvarıyorsa, ötekilerinin önünde de alçalabilir, onlara da yalvarabilirdi. İşte ilk yere kapanış, ilk dua. Yoluna engel olan dağa yer değiştirmesi için yalvarırken onu düşüncesinde varlıklaştırdığının, ilk düşünce varlıklarını yaratmaya başladığının farkında bile değildi. Kendisinden güçlü, kendisine üstün olan bu düşünce varlıkları pek çoktular, şu halde evren, sayısız Tanrılarla doluydu (politeisme). Bunların kimisi iyilik ediyordu, kimici kötülük. İyilikle kötülük, iyilikçi ruhlarla kötülükçü Tanrılar böylece doğdular. İşte ilk insanların dini böyle başladı (İlk sistem: Fizik güçlere tapmak). 2. Yeryüzünde ve insan düşüncesinde başlayan bütün bu ilkeler (üstünlük, korku ve umut, üstün irade ve üstün zeka, güçlünün önünde eğiliş, yalvarış, düşünce varlıkları, bu varlıkların çokluğu, iyilikçi ya da kötülükçü varlıklar) insanların tarım gereksemeleri için göğe yöneldiler. Tarım, toplulukla yaşamaya başlayan insanlar için bir zorunluktu. Tarımı başarmak içinse göğün gözetlenmesi gerekiyordu. Toprağın gökle ilgisi belirmeye başlamıştı. Bir yıldız kümesinin görünmesi, en yüksek yerine varması ve batmasıyla bir bitkinin gövermesi, büyümesi ve kuruması arasındaki ilgi, olanca açıklığıyla insanların gözüne çarpıyordu. Şu halde yeryüzünü yıldızlar, bu gök varlıkları, yönetiyorlardı. On beş bin yıl önce Mısır?da yaşayanlar yıldızlara tapmaya başladılar. Bunlar, Nil nehrinin yukarı kıyılarında yaşayan zenci ırktan ilkel topluluklardı (İkinci sistem: Yıldızlara tapmak). 3. İnsan bu yıldızlara birer ad takma gereğini duyunca, bunlara yeryüzü adlarını yakıştırmaya başladı. Tebli Habeş, ırmağın taşması sırasında görünen yıldızlara taşma yıldızları, sapan sürme sırasında görünen yıldızlara öküz ya da boğa yıldızları, aslanların susuzluktan çölleri bırakıp ırmak boylarına geldiği sırada görünen yıldızlara aslan yıldızları, kuzuların ya da oğlakların doğduğu zaman görünen yıldızlara kuzu ya da oğlak yıldızları adını veriyordu. Bu benzetmeler sayısızdı. Artık kuzu, kış mevsiminin kötülük eden ecinnisinden gökleri temizliyor, boğa yeryüzüne bereket tohumları saçıyordu. İnsan dili böylelikle mecazlara alışıyor, gittikçe zenginleşiyordu. Artık insan, göğün boğasından (boğa adını verdiği yıldızlardan) beklediği gücü, yeryüzündeki boğadan da bekler olmuştu. Yerden göğe çıkan mecazlar böylelikle. gene yeryüzüne indiler. Birtakım yanlış kıyaslamalar başladı. Öküz, balık ve daha bir sürü şey kutsallaştı (Üçüncü sistem: Putlara tapmak). bu tamamen doğru bir açıklama olmaya da bilir fakat bir bakış açısı sunacaktır. başka araştırmalar sonucunda da insanların, kabilelerin totemleri olduğunu görüyoruz. o dönemin insan, kendini hayvandan ayırmakta güçlük çekiyor olmalı. öncelikle kendilerini hayvanlardan, hatta doğanın kendisinden çok da üstün göremiyor olmalılar -ki değiller-. tam tersi oldukça eşit bir savaş, mücadele halindeler. ayrıca, kendileri dışındaki varlıkların düşünemediğinin farkında değiller. yukarıda dendiği gibi, "Kendisi nasıl bir başkasını itmek isteyince itebiliyorsa onlar da yakmak isteyince yakabiliyorlardı. Şu halde onlarda da kendisininki gibi bir irade, bir zeka olmalıydı." peki neden kendilerini belirli hayvanlarla ya da bitkilerle eşitleme ihtiyacı duydular. deniyor ki bazıları kabilelerinin soyunun attan geldiğine, bazıları kuştan geldiğine filan inanıyormuş. bunun mantığını çözecek kadar derin araştırma yapamadım çünkü kaynak bulmak zor gerçekten. ama bunun da mantığı bulunabilir doğru araştırma ile. böylece kutsallaştırdığı ya da kendi soyundan sandığı totemi yemiyor kabile. domuz yememenin de böyle bir kökeni olmalı diye düşünüyorum. daha sonra zamanla bu tabunun temelleri unutulup, domuzun zararlı olduğuna inanılmaya başlanmış olabilir. bir sürü, bir sürü neden olabilir. domuz tabusu ile ilgili karmaşık ve çelişkili bilgiler-araştırmalar buldum. yeterli araştırma ile bu konu aydınlatılabilir. çok istenirse gerçekten zaman harcayıp bunu yapabilirim de. ama burada asıl mesele, domuzun hiçbir gerekçe gösterilmeden yasaklanmış olması -ileride geviş getirmiyor denmiş ama ne alakası var, geviş getirmeyen ama yasaklanmamış bir sürü hayvan var? hatta domuz dışında bütün hayvanlar serbest, yılan, hamamböceği, hatta zehirli bitkiler bilmem neler filan dahil-. bu gerekçesizlik bizi gerekçe aramaya itiyor. o da gösteriyor ki domuz tabusu önceden de var. hatta yalnız domuz tabusu değil, başka tabular da var. 178- en tartışmalı ayetlerden biri budur herhalde. ben hiçbir şey yazmasam da çıkıp google'a bu ayeti yazsanız benim şimdi yazacaklarımdan yüzlerce bulursunuz. biliyorum, ama yazıyorum: hüre hür, köleye köle, kadına kadın. öncelikla bu ayrımlar da nesi? insanlık hür erkekler-köleler ve kadınlar olarak mı ayrılıyorlar? "yok, o günün koşullarında öyleydi, o yüzden öyle yazılmış" derseniz, e arkadaş tanrı bu kitabı yanlışları düzeltmek için yollamadı mı? eğer bu ayrım o günün koşullarında da yanlışsa neden düzeltilmedi? "kadın erkek eşittir, tanrıdan başkasına kulluk edilmeyeceği için kölelik de yanlıştır, bu yüzden kısasa kısas geçerlidir, biri öldürülürse, karşılığında başka biri öldürülür" denmeli. kabile mantığıyla düşünüldüğü de açıkça ortada. kan davalarını çözümlemek adına yazılmış anlaşılan. senin kabilenden-aşiretinden bir kişi öldürülürse, gidip iki kişi öldürme, hakkın kadarını öldür bırak denmek istemiş herhalde. fakat nasıl bir adalet mantığı işlediği de apaçık ortada. işte islam devleti kurulduğunda başınıza geçecek olanlar bu hükümleri uygulamaya çalışacaklar. siz gidip bir kadın öldüreceksiniz, karşılığında kim öldürülecek? başka bir kadın mı? artık kabilelerden oluşmuyoruz ki? bir de "eğer öldürülenin kardeşi tarafından bir şey karşılığı bağışlanırsa, o zaman diyetini güzel güzel ödesin, yoksa tanrının gazabı üzerinde olur" deniyor. tanrının gazabı diğer ihtimallerde katilin üzerinde olmayacak mı? mesela bu kardeş dedi ki "sen bizim kadınlardan birini öldürdün" haydi günümüze göre düşünelim, bunu da geçelim "sen kardeşimi öldürdün, şimdi senin ölmen lazım ama atını bana ver seni affedeyim" adam da kabul ediyor. bu durumda artık affedilmiş mi oluyor? adalet diyorduk? ki zaten ölüye ölü adaletinin de ne kadar mantık dışı olduğu da ayrı bir konu. 187- "kadınlarınıza" tabiri, kitabın erkeklere indirildiğini işaret ediyor. bu da o dönemlerde sorgusuz kabul edilen erkek egemen toplum algısının bir yansıması. bunun kökenlerini bilince, insana daha da itici geliyor bu bakış açısı. daha önce şöyle yazmıştım: tarihte ilk ezilen derler kadın için. bunun nedeni yine doğurganlığı. okuduğum kadarıyla -işin uzmanı değilim- ilkel toplumlarda cinsel serbestliğin bulunduğu bir dönem vardı önce. tabi çeşitli temel kurallar zamanla oturdu, yakın akrabalarla sevişmemek gibi. ama genel olarak bir serbestlik vardı. zaten mülkiyet de ortaktı ve genişçe bir akraba topluluğu halinde yaşıyordu insanlar. bu cinsel serbesti durumunda çocukların anneleri belli olurken, babaları belli olmuyordu. anaerkil toplum yapısını oluşturan da budur herhalde. çocukların, kendilerini doğurana daha bağlı hissetmeleri doğal. tabi bu erkeklerin ikinci planda olması demek değil, ataerkil yapı ile karıştırmayalım. ilkel komünal toplumlarda ezen ezilen ilişkisi bulunmamaktaydı. insanların savaşı doğaya karşıydı ve bu savaş ortak yürütülüyordu. kadınların bedenen daha narin oluşunun, doğurganlıkları ile beraber gelen doğal iş bölümüne bağlanması gerektiğini düşünüyorum. kadınlar çocuk doğuruyorlardı ve bu süreçte korunmaya muhtaçlardı. sonrasında ise doğurganlık güçleri bulunduğundan daha saygınlardı. yönetimsel -yani ev- ve daha tehlikesiz, toplayıcılık gibi işlerle kadınlar uğraştı böylece. erkekler aşireti korumak, avlanmak gibi daha ağır işlere yöneldiler. daha sonra hayvanların evcilleştirilmesiyle beraber insan kendi işini hayvanlara yükleyebilmeye başladı. bu durum büyük bir bolluk, bir artık ürün meydana getirdi.ambarlarda ürünler fazla kalıyordu, bu da takası körüklüyordu. yaniticareti ve zenginliği artırdı. özel mülkiyete dayalı yapının oturmasında bu durumun büyük etkisi vardır herhalde. ama ağır bir iş olan hayvancılığı da erkekler yapıyordu. yani zenginliğin kaynağı olan işi erkekler yapıyordu. ama anaerkil yapıda miras, kadından çocuğa geçiyordu. bu durumu tersine çevirdi erkekler, mirasa sahip olabilmek için ve kadın gittikçe bir çeşit ev kölesi haline gelmeye başladı. insanın insanla savaştığı, sömürünün, özel mülkiyetin bulunduğu uzun dönem boyunca kadınlar zevk için üzerinde tepinilecek, çocuk için damızlık niyetine kullanılacak, evde de hizmetçi olarak çalışacak birer köleye dönüştüler. aslında düşününce ilk insanın kadın olarak betimlenmesi daha mantıklı olur. ki ilkel komünal toplumlarda da bakış açısı bu yöndedir herhalde. işte bu yapının dini de, mesela ilk insanı adem gibi erkek sayıyor, kadını ademin kaburgası olarak tanımlıyor. böylece doğurganlıktan getirdiği gücünü tamamen elinden alıyor. oysa insan olarak özgürleşmemiz, kadınların özgürleşmesine bağlıdır. çünkü insan tek başına var olmaz. toplumsal ilişkiler bütünüdür o. bu ilişkilerin yarısını da kadınlar oluşturmaktadır. bunu da ancak kadınlar yapabilir. 191- buradaki esas problem tevbe suresi 29. ayet ile çelişmesidir. "size saldırmayanlara saldırmayın" derken diğerinde "size vergi verene kadar savaşın" denmektedir. hangisi geçerlidir? 197- yine "kadınlarınız" kullanılmış. 221- başlı başına kendini açıklıyor zaten. 222- bu ve bu tür ayetler, bizzat muhammed'e sorulan sorulardan sonra "indirilmiştir" herhalde. bu yüzden kitap bazı konularda bu kadar ayrıntıya girerken, çoğu konuda hiçbir açıklama içermemektedir. hele hele güncel konularda hiçbir açıklama yoktur. mesela "porno izlemek caiz midir?". çok temel bir soru. fakat açıklaması yok. 223- kadının bir mal olarak sahiplenilmesine güzel bir örnek. "kadınlar sizin tarlanızdır, tarlanıza dilediğiniz gibi varın". o günün koşulları altında sorgulanmıyordu elbet. kadının bir mal oluşu doğal bir kuraldı herhalde. 240- bu tür ayetler, kadınların nasıl ikinci planda olduğunu gözler önüne seriyor. bu anlayışa göre mal sahibi olan erkektir, kadın değil. günümüzde mesela eşini geride bırakıp ölen zengin bir kadın, eşine ne bırakmalı? bilmiyoruz, çünkü o dönemde malların kadından erkeğe kalması gibi bir şey olamazdı. 258- neden "güneşi batıdan doğur da görelim" dendiğinde şaşırıp kalmış adamcağız anlamadım. güneşi doğudan getirenin ibrahim'in allah'ı olduğunun kanıtı nerede? sonundaki "allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez" de ayrı bir konu. kendi yaratıyor, kendi doğru yola iletmeyip yanlış yola iletiyor, sonra cehenneme atıyor, lanetliyor. önceki surelerde tanrı isterse zalimliğe izin vermezdi benzeri şeyler vardı. fakat izin veriyor. nasıl iş bu anlamadım ben. 259- burada gerçekliğinden şüphe edilebilir bir "bariz kanıt" hikayesi daha anlatılıyor. mantık hatasını şöyle anlatayım: diyelim ki size "star wars vardır ve gerçektir" diyorum. "kanıtla bakalım" diyorsunuz. ben de diyorum ki "siz görmediniz mi ki yıllar önce obi-wan kenobi gelip bizim ahmet abinin kolunu kesmişti? ahmet abi de sizin gibi star wars yoktur diyordu. kenobiyi görünce inanmamıştı. ama kenobi ışın kılıcını açıp da ahmet abinin kolunu koparınca ahmet abi dedi ki evet şimdi inanıyorum, star wars gerçekmiş". siz de gülüp geçersiniz ne bileyim. yani eğer böyle gerçek kanıtlar sunulmayacaksa, bu kanıtlardan bahsedilen hikayelerin de anlamı kalmıyor. boşa yer kaplıyorlar kitapta. 262- yani diyelim ki ben çok zengin bir adamım. mallarımı allah yolunda (?) harcıyor, kimsenin de kafasına kakmıyorum. bu dünyada da krallar gibi yaşıyorum. şimdi bana artık hiç korku ve üzüntü yok mu? allah yolunda harcamak nedir? 271- çok zenginim ve fakirlere mallarımdan verdim diyelim. ama o malları haksızlıkla kazandım da diyelim. bu durumda haksız kazançlarımla günahlarımı bağışlatmış olmayacak mıyım? zengin biri daha çok yardım edebileceği için daha çok günahından kurtulmayacak mı? ayrıca bu tür ayetler yoksulluğu kabul ederken, onlara zenginler tarafından yardım edilmesini öngörür. yani böylece islam, sosyal adaletsizliği de kabulleniyor gibi görünüyor. bir insan neye göre zengin, neye göre fakir olur bunları da düşünmek gerek. gerçekten kendi emeğiyle gökdelen yapmış hiçkimse tanımıyorum. 272- allah dilediğini yola getiriyor da, beni getirmiyorsa, benim suçum ne a kardaş? 282- yine çoğu konuda ayrıntıya girilmezken, ticari konularda ayrıntıya girilmiş. yalnız o günün kafasıyla girilmiş. günümüz için neredeyse hiçbir şey ifade etmeyen bir sure daha. al-i imran 8,9 ve 10- neden başka birinin ağzından yazılmış? 12- neden şimdi de mesela israil, ya da hangi devleti kötü sayıyorsanız, alaşağı edilmiyor? 14- allah'ın savaşan taraflardan dilediğini desteklediği yazılmış. yüzlerce yıldır "kafirler" ile girdiği hemen her savaşı kaybeden müslüman topluluklara neden yardım etmeyi dilemedi allah? bu ayetin burada olmasının nedeni "bizim yanımızda savaşırsanız kazanırsınız çünkü bizim tanrımız doğru ve sizi savaşta ancak o kutsar". çünkü o dönemde savaşa tanrıların etki ettiği inanılabilir bir şeydi. ki allah'da meleklerini indiriyordu diye hatırlıyorum bir yerde ama dur bakalım çıkacak karşıma okudukça. 16- allah yolunda savaşanlar -yani dolaylı olarak muhammed adına savaşanlar- a ırmaklar, nimetler ve tertemiz "eşler" -kadınlar işte- vaad ediliyor. tanrı niye onun için savaşmamıza ihtiyaç duysun? bir dünya yaratıyor sonra içine insanlar yaratıyor. gelmişiyle geçmişiyle yaratıyor ama. yani ne olacaksa hepsini de o yazıyor yine. sonra bunlara diyor ki bana inanın. inanmayanlarla inananları savaştırıyor. inanıp da kendisi için savaşanları da geri alıp cennete sonsuz mutlu olacakları yere koyup, onlara kadınlar veriyor. mantık alıyor mu bunu? 19- bu daha önce bir kaç kere tekrarlanmıştı yanlış hatırlamıyorsam. neden sürekli tekrarlanıyor? değinilmesi gereken sonsuz konu varken üstelik. 27- yine gece ve gündüzün, dünyanın güneş etrafındaki dönüşünden bağımsız iki ayrı varlıkmış gibi algılanmasına örnek. ama yukarıda değinmiştim tekrar etmeyeceğim. 28- ben mi yanlış anlıyorum, yoksa kafirleri dost edinmeyin mi denmek isteniyor? ek: bu bölümde bakire meryem'den isa'nın doğuş hikayesi anlatılıyor. bilindiği üzere bu hikaye bir çok farklı versiyonu ile isa'dan önceye dayanır ve sonradan incile, isa'nın hikayesine eklenmiştir. bakireden doğma tanrı hikayeleri daha önceden bir çok farklı şekilde var olmasına rağmen, isa olayında da gerçek olamaz mı? bilmem. ama hangisi daha mantıklı? 118- müslüman olmayanları sırdaş edinmeyin mi deniyor, yanlış mı anladım? 119- bu nasıl bir ayettir arkadaş.. ben mi yanlış anlıyorum? 120- yahu ne alakası var, yanlış anlıyorumdur umarım. şimdi ben müslüman arkadaşımın ki en yakın arkadaşım, kötülüğünü mü istiyorum? kinden parmağımı mı ısırıyorum? nedir? 124-125- evet bundan bahsetmiştim. 3000-5000 melek indiriliyor gökten, savaşta yardımcı olsunlar diye. neden? karşı tarafın yenilmesini istiyorsa tanrı, "ol!" demesi yetmiyor mu? ayrıca neden günümüzde kafirlere karşı melekler indirmiyor? 133- o dönemde gökyüzünün, dağlara oturtulmuş bir kubbe olarak algılandığı biliniyor. "yerler ile gökler arasındaki mesafe kadar geniş cennet" de bu yanlış algının bir yansıması gibi geliyor kulağa. 137- haydi dolaşalım ve yalancıların sonunu bir güzel görelim. dünya'nın ne halde olduğunu hepimiz biliyoruz oysa, bu geziden pek memnun kalmayız herhalde.. 160- müminler ancak allah'a dayansınlar da, yüzyıllardır yardımsız bırakılıyorlar. madem yenecek kimse yok eğer allah yardım ederse, niye etmiyor? madem öyle bu ayet niye burada var? nisa: 3- belli. 7- güzel bir ayet. 11 ve 12- buralarda hesap hatası olduğu biliniyor. en çok tartışılan ayetlerden biri de budur herhalde, tekrar yazmaya gerek yok. ayrıca kadının ikinci planda olduğu da bir gerçek. bu da bahsettiğimiz gibi erkek egemen toplumun yansıması. tekrarlıyorum: "günün şartları" diyecekseniz, kitap ve peygamer değişiklik yapmaya, insanlara doğruyu göstermeye geldiyse, işte o zaman mekan dinlemez, doğru olan neyse onu söyler ve değişiklik yapar. yoksa günün şartlarına ayak uydurmaya geliyorsa ne anladım ben bu işten? 15 ve 16- kadın zina ederse ölene dek eve kapanıyor. erkek zina ederse eziyet ediliyor, ama tevbe ederse affediliyor. doğru mudur? 17- bilmeden zina edilmeyeceğine göre herhalde yukarıdaki geçersiz oluyor. ama eziyetten kasıt nedir? 19- yine direkt erkeğe yazılmış bir ayet. 23- yine direkt erkeğe. ayrıca kuzenler atlanmış. 24- her şeyi bilen allah, köleliğe karşı çıkmıyor hala. 28- din hususundaki ağır teklifleri veren allah'ın kendisi değil miydi? en baştan insanın zayıf yaratıldığı, kendi yarattığı için bildiğinden, neden ağır teklifler verip sonradan hafifletiyor? yoksa bunlar ihtiyaca göre inen yumuşatıcı ikna ayetleri midir? 32- kaderinize katlanın, hakkınızı istemeyin gibi bir anlam da çıkarılabilir. çıkarılabilir olmasını neden söylüyorum, bunları insan uygulayacak da ondan. 34- buna hiçbir şey eklemek gerekmemektedir. kendi kendini anlatıyor ayet. ama en önemli ayetlerden biri de bu eleştirimizde o yüzden okuyun. buradaki "dövmek" kelimesinin "darp" gibi başka anlamlarının olabileceği savunuluyor. fakat allah bilmiyor muydu ki yeryüzünde sayısız başka dil olacak. bu kitap arapçadan çevrilecek, kadınlar çeviri hatasından dayak yiyecek. allah'ın ne kast ettiğini kim nereden bilecek şimdi? "ağzını burnunu kırın" mı dedi, "diş fırçası ile vurun" mu dedi? kim bilecek bunu? bilen olmayınca da keyfi kullanımının önüne geçmek imkansız. eğer diyecekseniz ki insan doğru olanı bilir, dövmenin yanlış olduğunu anlar da yapar. o zaman kitaba ne gerek var? bu sureye ne gerek var? ayrıca kadın erkek arası anlaşmazlıkların nasıl erkek eline bırakıldığını da görebiliyoruz. gerçi zaten artık herhalde islamda kadın erkek eşittir diyen çıkmaz. 40- bütün kitap boyunca kafirleri nasıl yakacağını anlatan, hatta birilerinin kafasına yıldırım düşüren, birilerini boğan allah, şimdi kimseye zulum etmeyeceğini anlatıyor. bu kadar net olması gereken bir kitapta gelişi güzel ifadelerin bulunması kafa karıştırıcı. 41- hemen ardından kafirlerin halinin ne olacağına dair bir soru soruluyor. zulüm görmeyecekler herhalde? ayrıca müminlerin ufacık bir sevabının katlanacağı da söyleniyor. 42- buraya kadar çıkaracağımız anlam şu: müslüman bir erkeğiz diyelim. bir sürü günahımız var. cinayetten bile bu dünyada sıyrılabildiğimizi görmüştük önceki ayetlerde hatırlarsanız. ufacık sevaplarımız katlandığı gibi, günahlarımızın çeşitli yöntemlerle silineceğine dair de ayetler mevcut. yani öyle çok aşırı bir "zalim" değil isek, büyük ihtimalle cennete gidiyoruz -daha sonraki ayetlerden gördüğüm kadarıyla adını bilmediğim bir savaşta muhammed ile gitmeyip oturanlar kesin cehennemlikmiş o şanssız üç beş kişi hariç-. tek yapmamız gereken inanmak. diyelim ki beniz. hiçbir hırsızlığım yok. küfür bile etmem. alkole sigaraya karşıyım, kullanmam. bakirim. üstelik sapıklığa, kızların arkasından bakıp azmaya filan da karşıyım ve yanımda yapılmasına izin vermem -ciddiyim-.kazandığımız para ucu ucuna yetiyor yani yoksulum diyemem ama o kadar. yardım sever biri olarak da bilinirim. gerçek bir örnek olsun diye kendimi örnekliyorum. zaten normal bir gencim yani kime ne kötülüğüm dokunabilir ki? sıradan biriyim işte. öyle çok büyük faydaları olan biri değilim sadece doğru yaşamaya uğraşıyorum. sadece tanrıya inanmadığımdan ötürü, bütün kitap boyunca benim başıma gelecek akıl almaz işkencelerden bahsediliyor. benimle dostluk kurulmaması da söyleniyor. çünkü kinden parmaklarımı ısırıyormuşum. bakın ne yaptığımın hiçbir önemi yok. sadece inanmamam yeterli. nasıl bir tanrı, ona inanıp inanmadığınızı herşeyin üzerinde tutar? ona inanmanıza ihtiyacı mı vardır yoksa? benim önüme, inanmamı gerektirecek hiçbir delil koyulmamış. hatta bütün deliller tersini işaret ediyor. bu durumda ben özgür iradem dışında inanırsam, asıl bu suç olmalı, haksız mıyım? evet haksızım ve cehennemde başıma geleceklerden hepiniz korkun. 46- yine allah'ın yeryüzünde lanet ettiği kişilerden bahsediliyor. bu tür her ayet çelişkilidir. 48- iman etmemenin kesinlikle affedilmeyeceğine dair ayetler bulunurken, şimdi şirk koşanlar dışındakilerin affedilme ihtimalinin olduğu yazılıyor. 56- islam hoşgörü diniydi diye duymuştum. az önce zulmetmeyeceği söylenen allah, şimdi derilerimizi sırf iman etmedik diye ateşe veriyor, sonra bize yeni deriler giydiriyor. üstelik zaten başımıza gelecekleri milyon defa tekrarlamıştı. ama bir de dehşet verici bir örnek vererek pekşitirmek istemiş olmalı. 58- hangi adalet? adalet kavramı insandan bağımsız şekilde var mıdır? varsa bunun tanımı nedir, sınırları nedir? kitap neden bunları açıklamıyor da, "adaletle hükmediniz" deyip geçiyor. allah bilmiyor mu ki adalet kavramı üzerine insanlar binlerce yıl düşünseler yine de anlaşamayacaklar? 59- allah ve resulüne danışın deniyor. o gün için anlaşılır çünkü bütün müslümanlar peygamberi bulup danışabilir. bugün? kitaba mı danışacağız? kitaba danışın denmiyor yalnız. siz bu sonucu çıkarabilirsiniz, ama önemli olan kitabın ne dediği, sizin ne sonuç çıkardığınız değil. yoksak kitaba danışmanın anlamı kalmazdı, kendi sonuçlarımızı kendimiz çıkaracaksak. 65- yine sorgusuz sualsiz peygambere itaat üzerine bir ayet. 74- dünyayı ahirete üstün tutsak bile, peygamberin askeri olunca ödüllendirilebiliyoruz. 79- kötülük de allah'dan değil mi yanİ? ne yaman çelişki bu. ya iyilikler de kötülükler de kendimizden, ya iyilikler de kötülükler de allah'dan. ikisinin arası olabilir mi? 80- dikkat. 82- bir çok çelişkinin yanı sıra hesap hatası bile bulabildiğimizin dikkatini çekmek isterim -ilerideki çelişkilere de dikkat edin-. 88- kafirlerin yolunu allah'ın saptırdığı yazılı. oysa kötülükler insandan geliyordu az önce. ayrıca allah yolumuzu bizzat kendi saptırıp, sonra bizi cehenneme atıyor. saptırmayıp seçtiği ve sevdiği kullarını da sonsuz cennet ve kadınla ödüllendiriyor. hala mantığınıza oturabiliyor mu? 89- "size saldırmadıkça saldırmayın" hükmü ile çelişen bir hüküm. 93- yine çelişkili bir ayet. ölüm gerektiren hiç mi hüküm yok arkadaş? eğer var ise, infazı kafirler mi gerçekleştirecek? eğer mümin gerçekleştirecekse, cehenneme mi gidecek? bunları geçelim, şirkten başka her suç affediliyordu? benim bildiğim müminlere cennet garantiydi, cezalarını çekip cennete gideceklerdi? henüz buna uygun ayeti bulamadım ama bulursam bu ayet aklınızda kalsın. bir çok çelişki içeriyor çünkü. 96- cennette rütbeler mi olacak? bu rütbeler tam olarak ne işe yarayacak? yapılması gerek bir iş mi olacak cennette ki, emir komuta zinciri bulunsun? 118-119-120-121- tamam da şeytan'ın kim yarattı? hem şeytan yaratılıyor, sonra şeytan gelip insanları yoldan çıkarılıyor, sonra insanlar nasıl hala suçlu durumda bulunabiliyor? 129- erkeğe yönelik bir başka ayet. 133- bu nasıl bir ayettir? eğer allah isterse sizi giderir, başkasını getirir? nereye? neden? kafalar karışık. 139-144- kafirler ile dost olunmamasına dair bir ayet daha. 176- miras hukuku ile ilgili ayetler indikten sonra, ekleme iniyor. neden hepsi aynı anda inmedi? bu sorunun sorulacağı öngörülememiş miydi? -hükmü incelemedim, eğer önceki yazanların tekrarı ise, bu tekrar neden var? açıklamıştık, okuyun demek daha kolay olmaz mı, kitapta yer kaplamak yerine?- maide: 7- "göğüslerin özü" ve buna benzer, insan düşüncesinin-ruhunun göğsünde-kalbinde olduğu düşüncesi o zamanın yaygın görüşüydü. günümüzde artık bu işler ile beynin ilgilendiğini biliyoruz. yoksa allah bunu bilmiyor muydu? biliyor idiyse, neden açıklama gereği duymadan, yanlış algı üzerinden ayet indiriyor? buna benzer bir sürü ayet buldum. hepsini almadım. bu bir örnektir. 14- peki müslümanların arasına sokulmuş kin ve düşmanlık, nedendir? 18- peki müslümanlara neden azab ediliyor? tanrının sevgilisi hristiyanlara bu soru sorulunca iyi, müslümanlara sorulunca kötü mü? 19- bu mantıkla hristiyanlara da müjdeleyici ve açıklayıcı geldi. o yalnız belirli bir kavme mi geldi? eğer evrensel bir peygamber ise, araplara neden ayrı peygamber indi? eğer yöresel bir peygamber ise, öyleyse muhammed de yöreseldir, o zaman bize müjdeleyici ve açıklayıcı biri gelmedi? 33- vahşet tasvirleri. yalnızca öldürülmeleri ve ardından sonsuza kadar yanmaları yetmiyor herhalde. bağışlayıcılık, merhamet, zulmetmemek? çelişki değil mi şimdi bunlar? 38- bu ta hammurabi kanunlarına kadar uzanan temellere sahiptir. ayrıca islam devleti kurulduğunda başımıza gelecekler de bunlardır. sen aç kal, sefil kal, açlıktan hırsızlık yap, ellerin kesilsin bir de üzerine. sanki fakirlik açlık senin suçunmuş gibi. ayrıca bu tür günahların cezası direkt veriliyorken, bir çok başka suç için öte dünya bekleniyor. adaletsizlik değil midir? 51- yine kafirleri dost edinmemeye yönelik bir ayet. bunlardan ileride de çok çıktı karşıma artık almayacağım çok gerekli olmadıkça. zaten çoğu tekrar. 60- burada "maymunlara, domuzlara tapmak" tabirleri, domuzun totemci anlayıştan kalma bir tabu olduğunu destekler niteliktedir. ama tabi sağlam araştırma yapmak gerek yine de. 64- her şeye gücü yeten allah, sevmediği bir kavme lanet okuyor. sanki istese yapamayacakmış gibi, neden lanet okuyor arkadaş? 89- köleliğin bir kez daha kabul görmesini geçersek, zengin olan malından tırnak kadarını yoksula veriyor, yoksul olan ise on üç gün aç kalmak zorunda. bunun neresinde adalet? şimdi ali ağaoğlu değil on, bin yoksulu bir gün doyursa servetinden bir şey kaybetmez. on üç gün aç kalmak kolay şey mi? gerçi verecek şeyi olmayan zaten açtır değil mi? ne güzel. 101- anlaşılması güç bir ayet. cevabını beğenmeyeceğiniz soruyu sormayın ama kuran indirildiği müddette sorarsanız yine de açıklanabilirler mi deniyor? 102- dünyanın kavimlerden ibaret algılanışı, o dönemin koşullarına özgü bir durum. 106- yine çağ dışı bir uygulama. en'am: 6- bizden önce bir nesil daha yaratılmış. onlar daha da süper yaşam şartlarına sahipmiş. ama onlar günah işleyip helak edilmişler allah tarafından, sonra biz yaratılmışız. hani ceza öte taraftaydı? günahları yüzünden nesiller yok edilebiliyor oysa bu dünyada. neden dünyanın yarısından fazlası, hatta günahkar müslümanları da katarsak çok büyük bir kesimi helak edilmedi yüzlerce yıldır? yerlerine yeni bir nesil koyulmadı? ayrıca madem günahkarlar bu dünyada da öte dünyada da helak olacaklar, uğraşmak neden? direkt günahkar olmacak bir nesil getirilsin o vakit? 11- yine aynı şey, yolculuğa çıkarsak yalanlayan bir sürü kral gibi yaşayan adam görürüz olsa olsa. yalanlamayanların da hali yaman üstelik. 14- bu gibi ayetlerde peygambere öğütler veriliyor, yolundan dönmemesi emrediliyor. peki peygamberin bunu yapma ihtimali var mı? yaptıysa ve bizim haberimiz olmadıysa ne olacak? eğer yoksa bu ayetler neden indiriliyor? 21- yine her şeyden üstün suç olarak allah'ı ve "peygamber'i" inkar etmek öne sürülüyor. 24- ileride gerçekleşeceği iddia edilen bir olay, delil olarak sunuluyor. bu hatalı tartışma mantığı tanrının lafı olduğu iddia edilen bir kitaba yakışmıyor. 25- yine bir çelişki. eğer benim inanmama sebebim tanrı ise bu nasıl benim suçum oluyor? 27- zulüm, vahşet dolu cezalar ballandıra ballandıra anlatılıyor.bunlar insana korku masalı gibi geliyor oysa, daha çok. 31- ilginç bir anlatım şekli. 32- ahiret hayatı ne olacak ki? daha fazla eğlence oyun? ağır işe mi koşulacağız ahirette? 39- yine allah'ın kafirleri şaşırttığına dair. 47- neden gelmiyor bu azab? 59- kitabın her şeyi açıkladığı iddia ediliyor. oysa bu bölüme kadar yüzde doksanı tekrar, korku, tehdit ve cennet vaadinden ibaretti. geri kalanlar ise açıklanması gereken sonsuz şeye rağmen en faydalısı miras hukuku olmak üzere ufak ayrıntılardan ibaretti. hikayeler de eski kitaplardan efsanelerden hikayelerden alıntıydı ki bazı hikayeler o kitaplardan bile eskiydi ve mesela bakire meryemden doğma isa hikayesi kitaba roma döneminde yapılmış bir eklentiydi. ayrıca o günün koşullarından bağımsız herhangi bir açıklama da yoktu. gece ve gündüz bile açıklanmış değildi. bakalım ileride neler olacak? 96- yine gece ve gündüz hakkında kafa karıştıran tabirler. 97- güneşin, yıldızların, hep insan için yaratıldığı söyleniyor. üstelik yalnızca zaman tutmak ya da geceleri aydınlanmak gibi basit nedenler ile, dünyadan kat kat büyük, akıl almaz derecede uzak nesneler yaratılmış. ne gereği var? diyemiyoruz çünkü o dönemin insanı bu gerçekleri bilmiyor. 109- daha önceki peygamberlerin mucizeleri anlatılıyor, fakat muhammed herhangi bir mucize gösteremediği için böyle bir ayet indirmiş- gibi görünüyor. 110- neden? inanın! diyor, mucize göster kanıt göster diye karşılık alıyor. gösteremeyince "göstersem de inanmazdınız çünkü allah sizin kalplerinizi gözlerinizi mühürledi" diye, neden mucize göstermediğini açıklıyor. en baştan neden inanın diyorsun arkadaş o zaman? mucizeye bile inanmayan, "inanın" lafına mı inanacak? 111- ne anlamı kaldı o zaman, direkt cehenneme atsana inanmayanları, dünyaya ne gerek var? 156- buna rağmen arapça anlamayan diğer topluluklara kitap indirilmemiş. 159- parçalara ayrılmış olan müslümanlık için de kullanılabilir bu ayet. 160- "on katı vardır" ne kadar rastgele bir abartı yöntemi. yaşlı bir kadına kapıyı açtım diyelim, bunun on katı olarak ne alacağım öte tarafta? var mı böyle bir ölçü sistemi? neden on katı? adaletin neresinde var bu? araf: 4-5: yine tekrar edilmiş bir çelişki. bu azab neden günümüzde gelmiyor? 12- ateş neden çamurdan hayırlıdır? fayda kavramı öte tarafta nasıl işliyor? kime göre neye göre faydalı? 40- "göğün kapıları açılmayacak" tanımı, gökyüzünün dağlara oturtulmuş bir kubbe olarak algılanışının yansımasıdır. kubbeden kasıt bildiğin tavan gibi, kapak gibi katı bir tavan gibi. 84: yine yıkılan bir kavim. bu kez yanlış anlamıyorsam eşcinsellikten ve fuhuştan. eşcinselliğin yasal olduğu yerler bile var artık bugün ve hiçbiri helak olmuş değil oysa. 96- şimdi niye inananların altında bolluklar açılmıyor? 97-98- sanırım evet.. 116- burada peygamberden başkasının "sihir" gösterdiği mi anlatılıyor? o dönemde büyüye inanılıyordu herhalde. 124- firavun ile tanrının cezalandırma yöntemleri ne kadar da benziyor.. bu bölümde musa hikayesi anlatılıyor. firavun kavmine bir sürü mucize gösterilmiş, inanılmayınca felaketler verilmiş, buna rağmen inanılmamış. ana fikir ne? "bak mucize göstersem de, başlarına felaketler getirsem de inanmıyorlar. o yüzden bunları yapmıyorum". yani tanrı önce bir yöntem deniyor, başarısız olunca o yöntemden vaz geçiyor, görünüşe göre. 152- yine bu dünyada getirilen azab. 179- biraz itiraf gibi ayet. direkt cehennemlik yaratılmışlar yani. 194- eğer müslümanlar iddialarında doğrularsa, tanrılarını çağırsınlar da o da cevap versin? diye çevrilebilir bu soru. bu da bir çelişkidir. 195- allah'ın elleri, kulakları, gözleri mi vardır? 197- allah da herhangi bir yardımda bulunuyor gibi görünmüyor, mesela filistin'e bakacak olursak. enfal: şimdiye kadar çıkan kurallar: -yasaklı şeyleri yemeyin. -namaz kılın. -hacca gidin. -zekat verin. -malınızı allah yolunda harcayın. -allaha meleklerine iman edin. -zina etmeyin. -şirk koşmayın. 41- bütün savaş ganimetlerinin beşte biri peygambere. 50-51- sanırım kul olarak kast ettiği müslüman kavmi olsa gerek. 58- yapılmış bir anlaşmayı, "bu kavim hainlik edecek" diye düşünerek bozmaktan mı bahsediliyor, ben mi yanlış anlıyorum? not: bu bölümde yalnızca o dönemin müslüman arap kavmine seslenilmiştir. evrensel olma iddiasındaki bir kitap için bu bir çelişkidir. 65- bu zamanda teknoloji sayesinde bu oranlar tersine çevirilmemiş midir? 65-66- birbiriyle çelişen bu iki ayet dahi, "bana çelişki göster" denen yukarıdaki ayete kolayca verilebilecek bir cevaptır. yüz kişi ikiyüze mi, bine mi denk? 23- anamız babamız inanmıyorsa ve biz onlarla dostluk ediyorsak zalim oluyoruz. zalimlerin başına neler geldiğini de çok iyi hatırlıyoruz değil mi? 29- savaşmadıkça savaşmayın ayetiyle çelişen bir başka ayet. 30- allah neden kendi ağzından "allah onları kahretsin" der? 35- başka bir vahşet tasviri. 39- allah bir kavim yaratıyor, o kavim allah adına savaşmayı reddediyor, allah da o kavmin yerine başka bir kavim getiriyor. allah, kendi için savaşmayı kabul edecek bir kavim yaratamıyor mu? allah, neden kendisi için savaşılmasına ihtiyaç duyuyor diye sormuyorum bile. 60- islam'a ısındırılacaklar nedir? para ile islam'a ısındırmak da nedir? allah yolundakiler ile ne kast edilmektedir? belirsiz hükümler içeren bir ayet. 61- muhammedin kendi indirdiği ayette "muhammedi incitene acıklı azap vardır" yazması, insanı şüpheye düşürüyor. 63- yine muhammedin kendi indirdiği ayette "muhammede karşı çıkana cehennem azabı vardır" diye tekrarlanıyor. 93- bu bölümde -önceki sonraki ayetlerle beraber- şu anlatılıyor: savaşa gidilirken bir grup zengin geride kalmayı tercih etmiş. işte onların kalpleri mühürlenmiş ve cehenneme gidecekleri kesinleşmiş. bağışlayıcı allah nereye gitti? tövbe edenler bağışlanıyorlardı önceden. daha önce bir çok yerde tövbe eden bağışlanıyorken, burada cehennemin garanti olması adaletsizlik değil mi? bildiğin küsülmüş adamlara. 104- 93 ile çelişiyor gibi sanki. 111- bu alışverişi kabul etmeyenler, yani "ben cennet istemiyorum, canım malım bende kalsın" diyebilirler mi? diyemezlerse, bu nasıl alış-veriş? diyebilirlerse, o nasıl oluyor? canları kendilerinde mi kalıyor artık hep? allah kendi yarattığı cana ve mala zaten sahip değil miydi? eğer sahipse, bu alış veriş nasıl yapıldı? her şeyin sahibi olan allah, neden cennet karşılığı can ve mal satın aldı? durum böyle değilse, başka şeyler kast ediliyorsa, neden direkt olarak yazılmadı da tartışmalı cümleler kullanıldı? çeviri hatası varsa allah çeviri yapılırken bunların bozulacağını bilmiyor muydu? gibi gibi.. yunus: 3- bu ayetin tartışıldığını herkes biliyor tabi. güneş ve dünya yaratılmamışken, altı gün de ne demek? diyeceksiniz ki "o zamanlar anlaşılsın diyeydi". oysa çok rahat bir şekilde dünyadaki zaman kavramının, günlerin, güneşin bilmem nenin işleyişi anlatılabilirdi. ya da çok basit başka bir mantık: neden tanrı, bütün evreni ne kadar zamanda yarattığını belirtme ihtiyacı hissediyor? madem anlaşılmayacak, belirtme gitsin. ileride günlerin nasıl meydana geldiği anlaşılacak ve bu sure sorgulanacak, bunu tanrı bilmiyor mu? ayrıca "ol" demesi yetmiyor muydu da altı gün gibi bir sürede yarattı? dinlenme süresiyle beraber kullanılan yedi sayısı da, astrolojiden gelmektedir ve çok eskilere dayanır ayrıca. 5- yine o günün kafasından dışarıya çıkamayan tasvirlerle dolu bir ayet. 11- burada neden direkt öldürülmediklerine dair hiçbir açıklama belirtilmemiş. bu ayet neden burada? 13- burada net bir şekilde "işte kafirler topluluğunu böyle cezalandırırız" denmiş. oysa tekrarlıyorum, günümüzde böyle bir durum hiç yaşanmıyor. 27- burada geçen "misli kadar" ne demektir, anlayamadım. eğer iki misli gibi bir anlam katıyorsa, daha önce işlenen sevaplar on katı, günahlar aynen olduğu gibi ödenir denmişti. 44- allah insanlara zulmetmez deniyor. vahşet tasvirlerini tekrar okumanızı öneriyorum. 100- net bir ayet. allah istemedikçe kimse iman etmez. benim iman etmemi istemiyor diye, bu benim suçum mudur? hud: 2- köleliğe dair bir çok hüküm varken, allah'tan başkasına kulluk edilmemesi söyleniyor. köleliği kabul ederek getirilen hükümler ne oluyor bu durumda? 7- "arşı su üstündeydi", yani oturduğu yer, tahtı, su üzerindeydi anlamı çıkardım ben buradan. yanlış çıkardıysam, arş kelimesinin anlamını yanlış biliyorsam affola. yok eğer doğruysa, zamanın insanı elbette dünya ve gökler yaratılmadan önce evrenin halini sonsuz boşluk olarak düşünmüyorlardı. çünkü uzaydan habersizlerdi. öte yandan uçsuz bucaksız denizler gördükleri için, bunun yerine önceden her tarafın su olduğunu düşünmeleri akla yatkın geliyor. tanrı su üzerine oturuyor ve yerleri yaratıyor. ardından gök "kubbe" yi yaratıp onun üzerine konduruyor (bu ayette böyle anlatılmıyor tabi ama ileride anlatılacak). 13- yine çok yanlış bir tartışma mantığının tekrarı. tekrar çütürmeye gerek yok. 14- devam ettiriliyor. 66- bu tarz ayetlerde yine bu dünyada getirilen azaplardan bahsediliyor. yusuf: 2- evrensel olan bir kitabın, direkt araplara seslenmesi ve siz anlayasınız diye arapça indirdik demesi çelişki değil midir? yoksa kitap yalnızca araplara mı indirilmiştir? ra'd: 2- gökleri direksiz yükseltti tabiri, gökyüzünün kek tepsisi kapağı gibi anlaşıldığına başka bir işaret. ibrahim: 33- "yörüngelerinde hareket eden ay ve güne