gözlerimi gördüğümden alabilmesine seviniyorken, tarık ın mustafanın yanında yer alan değirmen taşını kaldırmaya çalışmasını görmemin getirdiği hayal kırıklığı ve endişe kapladı içimi. mustafa da kendisini toparlamış olacak ki tarık ı fark etmiş ve direk üzerine atlamıştı hışımla. kapının üzerinde kalan duvarda, bir insanın olduğunu sandığım çürümüş kas ve sinir dokularının kapladığı, açık ağızlı ve karanlık göz oluklu bir kafa, onun sağ ve solundan başlayarak yanlara doğru açılan ve sanki kanat şekline sokulmaya çalışılmış sanırım değişik hayvanlara ait kemik ve et parçalarının iğrenç bir biçimde ama neredeyse sanat eseri kıvamında çizildiği bir resim vardı. tarık ın anlattığı hikayedeki hemen her obje sanki bu illüstrasyona gömülmüş gibiydi. tarık.. ben - tarıııık! ahmet - avradını
tiğimin çocuğu ne yapıyordu gördünüz mü? mustafa tarıkla itiş kakışını bitirmiş, cüssesinin* verdiği avantajla (bkz:
inci sözlük - kavgada güç sağalayamayanlar timi) eli omuzlarında masanın bulundukları tarafındaki sandalyeye oturtmuş, sinirle bekliyordu. nilay - ne yapıyordu? mustafa - biz burada ruhumuzu teslim edecekken nedense bu
direk kitabın derdine düşmüştü. değirmen taşı için domalmış osuruyordu
! tarık - lan amma dram attınız ha! giriş amacımız o değil mi
evine!? ben - lan şerefsiz! (elimle kapının üzerini gösterdim) hiç mi etkilenmedin şundan? tarık - ya kirve! biz korku filmi izlerken gülen adamlarız
! bu altı üstü bir resim! sizin beyniniz nasıl çalışıyor bilmiyorum ama ben ambiyansı defterin son cümlesinde kaybettim. mustafa - ondan mı bu kadar soğukkanlısın yani? tarık - he kirve. ben o moddan çıkalı saatler oluyor
! gül - lan insan en azından bir durulmamızı bekler, ne bileyim nilay altına kaçırıyordu
az kalsın en azından bir teselli verseydin. tarık - lan kazık kadar insanlarsınız! ben - doğru diyor aslında. serhat - onu bunu
tir edin şimdi de, kitap nerede!?