mustafa avuç içlerine tükürüp götünün çatalını göstere göstere asıldı değirmen taşına. ıkına sıkına kaldırıp yan yatırdı taşı. köşede karanlıkta kalmıştık. serhat kenarda duran gaz lambasını alıp yanımıza getirdi. mustafa -
ın amına koyayım! tarık -
, ohhaaaa! itişip kakışıp taşın altından çıkan kumaş tomarına bakmaya çalışıyorduk. serhat - alayım mı lan!? mustafa - lan bunun içinde o kitap varsa.. ben - olm bırakın gidelim bak. zaten midem
ildi. gül - gidalim abi, saber haklı. ahmet - hadi bana eyvallah! nilay - dur ahmet! ben de geliyorum. (dışarı çıktılar) ben - kirve bence gidelim bunu burada bırakıp. tarık - lan içinde kitap var mı bilmiyoruz
! daha açmadık çapıtı! mustafa - lan tarık
belanı çocuk! millet huzursuz
! gel bırakalım gidelim buradan. tarık - yok aga! ben buraya kadar geldim, bunu görmeden gitmem! serhat - (yere çöküp aldı kumaş tomarını) of of of, ıslak lan bunun altı! tarık - topraktandır. (amk çocuğu, yüzük görmüş gollum gibiydi sıfatı pezevengin) mustafa ve gül soldan tarık, serhat ve ben sağdan kapıya yöneldik. serhat kitabı iki eliyle yeni gelinin kahve taşıdığı gibi taşıyordu. masayı geçtiğimiz anda kapı gürültüyle çarparak kapandı! ben - lan!! (kapıya koştum) lan ahmet!? (ses yoktu. tarık, serhat ve mustafa yanıma geldiler) mustafa - açılmıyor mu kirve? ben - (çekiyorum çekiyorum gelmiyor kapı
) yok
! sıkışmış! ahmeeeeeeeet! nilaaaaaaaaay!!! serhat - çocuklar! tarık - ya aksiyon yapmayın
! ahmet
i kafa buluyordur. ahmeeeeeeeet!! (kapı halkasına o da geçirdi bir elini, aynı anda çekmeye başladık) ahmeeeeeeeet! dışarıdan çıt ses gelmiyordu
!