@7 geldim al: Dünya tarihi genellikle sözelciler tarafından yazıldığı için yazının bulunuşu konusunda hemen hemen herkes biraz fikir sahibidir ama sayıların bulunuşu konusunda insanlar çok az şey bilirler. 1,2,3,4,5,6,7,8,9,0... Bir babanın Hotmail şifresini hatırlatan bu rakamlar sanki hep varmış, onları kimse bulmamış gibi davranır bir çok insan. Oysaki insanoğlu yüzyıllarca bu rakamları bilmeden bir denyo gibi yaşamışlardır. Milattan sonra 600lü yıllarda Hintlilerin sıfır'ı bulmasıyla da anca adam gibi hesap yapmayı öğrenebilmiştir. Peki, şimdi kullandığımız rakamlar bulunmadan önce hesaplama yapılmıyor muydu? Şüphesiz ki yapılıyordu. İnsanlar ''kalkulus'' denen çakıl taşlarıyla ya da yanlarında taşıdıkları kemikİere, tahtalara çentikler atarak yüzyıllarca hesaplar yaptılar. Kenara atılan her çakıl taşı veya çizilen her çentik ''bir'' değerindeydi bu yöntem oldukça işe yarıyordu fakat hesaplanacak işlem büyüdükçe işler karmaşıklaşıyor, insanlar hesaplama sırasında yaptıkları hatalardan geri dönmekte zorlanıyorlar, dev çakıl taşı yığınları ile baş başa kalıyorlardı. ''Köyden İndim Şehire'' filmindeki Zeki Alasya'nın altın sayma sahnesini gözünüzün önüne getirin ve bu görüntüyü yüzlerce yılla çarpın ne demek istediğinizi anlayacaksınız. Bu yorucu hesaplama biçimlerinden kurtulmak için insanoğlunun tek çaresi vardı o da; taş veya çentik olan sayıları soyutlamak ve ''sayı'' haline getirmek. Matematik aslında yorulmak istemeyen, işleri kolaylaştırmak isteyen insanların buluşudur. Soyutlayabilen insan yorulmaz. Matematik dedik, soyut dedik yazıyı okumaya başlayan çoğu okurumuzu kaçırdık bile. Çoğu okurumuzun çoktan derginin başka sayfalarına gittiğine adım gibi eminim, insanların ne yazık ki büyük bir kısmı olmayan kavramlar üzerine konuşmayı düşünmeyi sevmezler. Soyutu değil somutu, elle tutulanı gözle görüleni severler. NASA?nın geçen haftalarda ''çok önemli bir açıklama yapıcaz'' diyip sonra da ''arseniğin içinde yaşayan bakteri bulduk'' demesine de ''sizin vereceğiniz haberi skiim. Adamı ne boş yere heyecanlandırıyorsunuz lan. Yok mu kollu bacaklı uzaylı?'' diye tepki verdi işte bu somutçular. Somutçular olan olaylar üzerine! saatlerce konuşur, yapılan bişeye günlerce bakabilir, yeni bi cep telefonu gördümü hemen alır,
yapılır hemen biner ama bütün bunların nasıl yapıldığını asla sorgulamaz. ''Sen onu bunu bırak da mayıştan haber ver'' diyen insanlar kümesine dahildir somutçular. Zannımca somutçunun aklıyla sıçmaya bile gidilmez. Somutçuların canları sürekli sıkılır, tatminsiz, memnuniyetsizdirler. Somutçulara bir şeyi beğendirmek zordur. Hep yeni bir şeyler çıksın, o çıkan şeyler de onun günlük hayatında kullanabileceği, kısa vadede işine yarayan şeyler olsun isterler. ''Roman, hikaye tarzında kitaplar yerine daha çok tarih kitapları okuyorum'' derler. Okudukları tarih de tabii ki kendi atalarının tarihi olur. Kendi atalarının oturdukları köye nerden geldiklerini araştırıp dururlar. Kendilerinde bir numara olmadığını içten içe çok iyi bildikleri için köklerini araştırmaya, köklerinde gurur duyacakları birini bulup çıkarmaya doyamazlar genelde bu somutçular. Ve genelde bulurlar. Hepsinin ataları çok önemli, yürekli ve cesurdur, hükümdarlar tarafından önemli görevlere getirilmiş insanlardır. Bu yüzden her gece huzurla yatağa başlarını koyarlar. Somutçunun canı sıkılır, soyutçu ise huzursuzdur. Bütün bunları nerden bildiğimi ve nasıl olup da bu kadar kesin konuştuğumu kesin merak ediyorsunuzdur. Çünkü ben de bir somutçuyum da ondan. Somutçular hep kesin yargı! konuşur. ''o öyledir bu da böyledir'' diye kafa s.kip dururlar; Çürütülebilir teorilere asla girmezler. Herkesin matematiğe veda ettiği bir an vardır. Kiminin ilk x'i i gördüğünde, kiminin ilk karekökü gördüğünde beti benzi atar. Kimi de limit ve türevle karşılaştığında ''sanırım bu iş buraya kadar'' diye içinden geçirir. O olmayan, ''işe yaramayan'' kavramları zihninde zaten zar zor bi yere oturtabilmişken, şimdi de onlara yeni kavramlar eklenmiştir.Matematikten anlamadığınızı kemiklerinize kadar hissedersiniz. Hocanın anlattığı fog(x)'lere, 1/4'Iere, cot(x)'lere büyük bir ciddiyetle bakarken beyninizin içinde tridi efekti ile yapılmış bir bebek neşeyle dans ediyordur. Anlatılanların kafanızın içinde hiçbir karşılığı yoktur, resmen bi s.k anlamıyorsunuzdur. Bende de bu durum üniversite iki gibi başladı, o zamana kadar çoğu insana göre hayli iyi gittiğim matematik bana artık zor geliyordu. Bir cismin hacminin içine su doldurduğumuz bir leğene cismi koyduktan sonra taşan suyun hacmine eşit olduğunu hepimiz biliyorken integralle hacim hesabına ne gerek vardı Alİahaşkına? ''Neyin hacmini hesaplayacaksak(bu bir gemi olur, bir bina olur, bir
olur) dev bir leğen yaptıralım ve içine su doldurup cismimizi batıralım sonra da taşan suyun hacmini ölçelim de bu taşan suyun hacmini ölçelim de bu integralle filan uğraşmayalım artık'' diye kaç kereler isyan ettim tanrı bilir. Somut leğenin hastasıydım, soyut integralden tat alamıyordum. Hem artık her şeyi bir tuşla halletmiyor muyduk, değerleri giriyorduk ve bilgisayar bizim ihtiyacımız olan bütün hesapları yapmıyor muydu? Bu kadar ''kolaylık'' varken matematiği anlamanın ne gereği vardı söyleyin? Bu dev leğen ve tek tuş mantığıyla üniversite mezunu bile oldum. 0 hayatımızı kolaylaştırdığı söylenen matematik olmadan da okul bitiyor, hayat geçiyordu, üstelik de o kadar kolay geçiyordu ki. Leğenin matematiği yendiğini, somutun soyuttan üstün olduğunu sonunda kendi yaşamımla ispatlamıştım. Taa ki geçen seneye kadar... İşleri yoluna koyduğuma göre artık rahat rahat soyumu araştırabilirim diyerek atalarımın nerden geldiğini araştırdım. Araştırmam sonucunda en büyük atamın neolitik çağ öncesi son buzul çağında şimdiki Sivas il sınırının girişinde donan bir java insanı olduğunu öğrendim. Elinde balta ile şimdiki Sivas'a hoş geldiniz tabelasının tam önünde donmuştu zavallım. Nedendir bilinmez bu bulgu bende garip bir şekilde huzur yarattı. Şu yaşıma kadar içimde çektiğim o dev can sıkıntısını çok iyi açıklıyordu bu tılsımsız durum. Atalar hakkında duyulan her türlü kıvanç, bizden önce yaşayanlar üzerine duyulan her türlü öğünç dünyanın herhangi bir yerinde donan, kaplandan kaçarken ısırılan, yanlışlıkla uçurumdan düşen, mamut tarafından cırk diye ezilen ya da bir arkadaşı tarafından kafasına kaya vurularak ölen tılsımsız atalarımızda yalan oluyordu. Sadece soyu sonuna, en sonuna kadar araştırmak buna yetiyordu da artıyordu bile. İnsan her şeyi anladığında ya da kafasındaki bütün bilgi gittiğinde kafasında ''tinnn'' diye bi ses çıkıyor sevgili okurlar. İşte o anda kafamın taa içinde ''tinnnnnnn'' diye bir ses, bir çınlama duydum. Yanımda uzanan taş gibi ve her şeyden memnun sevgilime şimdiye kadar size anlattığım her şeyi anlattım ve ''ben yarından itibaren Kadir Has üniversitesinde matematik mastırı yapmaya başlıycam aşkıbellam'' diye ekledim. ''Ne diyorsun Umut sen soyut somut diye, kafayı mı yedin. Dediklerinden hiç bişey anlamadım. Hem dedene java insanı demeye utanmıyor musun'' dedi. ''Ne kafayı yemesi. Bilakis aydınlandım. İnsanlığın şu geçici dünya üzerinde bulduğu tek gerçeğe, matematiğe hizmet etmeliyiz. İnsanlığın kurtuluşu somutta değil soyutta, olmayanda.'' diye cevap verdim. ''Ya ben İngilizce İşletme okuyorum, ne matematiği ben hiç anlamam ki matematikten'' dedi. Güzel, iri ve dolgun dudaklarını başparmağım ve işaret parmağımla tutarak susturdum onu, ''Anlayacaksın. Ben sana anlatıcam. Bundan böyle her gün oturup matematik çalıştırıcam sana. OBEB OKEK hepsini anlatıcam merak etme.'' diyip dudaklarını yavaş yavaş bıraktım, ''ya ne güzel mohito içip gezip tozuyorduk nerden çıktı bu matematik de şimdi?'' dedi sitemkârca. ''Mohitomuzu yine içicez, gezmemizi yine yapıcaz merak etme. Bilirsin sana para yedirmeye doyamam ben. Soyutken onların tadı daha güzel çıkacak bebeğim. Soyutlamayı bilenler sayesinde bugün birbirimize aşk mesajları atıyoruz, internete girip ''cam açsana'' diyebiliyoruz. Soyutlayınca hayat daha kolay olacak merak etme.'' diyerek onu sakinleştirdim, ''haaa o zaman soyutlayalım tabi Umut'' diyerek bana sarıldı. Seviştik. Ertesi sabah kendimi salonda ''Ya nasıl koskoca Kadir Has Üniversitesinde matematik bölümü olmaz! İstanbul Arel üniversitesine, Özyeğin üniversitesine, Ankara Atılım üniversitesine, Ufuk üniversitesine, Okan üniversitesine filan bak o zaman. Parasıyla değil mi kardeşim! Okuycam yaa ben okuycam!'' diye sevgilime haykırırken buldum. Kafamdaki Tinn'leme hala geçmemişti. İnternete giriyor, korkuyla üniversitelerin fakültelerine bakıyordu. ''Yaa Umut bu işler öyle mi olur. Önce LES'e filan girmen gerekiyor galiba'' diye mantıklı bir açıklama yaptı. Mantıklı açıklama karşısında sinirlenen her insan gibi bağırarak konuyu değiştirdim. ''Git kalemini defterini getir. Biraz ders çalışalım.'' diye bağırdım, koşarak odasına gitti. Ben de o sırada bir paket Haylayfı açıp bi tabağa koydum. Yemek masasının örtüsünü kenara alıp masaya oturduk, ''öncelikle sana adını logaritmaya veren Müslüman bilim adamı El Harezmi'den ve kesirli sayılarda dört işlem yapabilmenin metodlarını bize kazandıran bilim adamı Gıyaseddin Cemşid el Kaşi'den bahsedicem aşkımellom'' dedim. ''Zaten bu batılılar hep bizden çalmış'' dedi tüm iyi niyetiyle. ''Matematik dünyasında çalma diye bişey olmaz yavrucuğum, halen somuttasın. Matematik insanlığın ortak dilidir'' diye kendisini aydınlatmaya çalışırken, tam arkamızdaki televizyondaki Beyaz Şov'u sandalyesinden kalkmadan geriye bakarak izlediğini fark ettim. Soyuttan ürkütmemek için başta ses çıkarmadım ama ne anlattığımı anlıyordu ne de gözünü televizyondan ayırıyordu. El kaşi'nin kesirli sayıları virgül koyarak yazmasının nasıl büyük bir devrim olduğunu anlatırken de ağzındaki Haylayf'ın gürültüsünden dediklerimi duymadığını fark ettim. Sevgilimin somuttan soyuta geçmesini ya beyaz şov giriyordu ya da Haylayf. Bütün bunlar olurken ise kafamdaki tinnleme en üst seviyeye gelmiş, artık beni rahatsız ediyordu. Tinleme sırasında güç bela Beyaz'ın bir üniversitenin kariyer kulübünden aldığı yılın şovu ödülüne ne kadar sevindiğini ve stüdyoya konuk olarak gelen Abant İzzet Baysal üniversitesi ve Isparta Süleyman Demirel üniversitesi öğrencilerini selamlayışını duydum. Beyaz'ın bayan bir konuğa yaptığı göndermeli imaya öğrencilerin de ''oooooooooooooooo'' diye haykırması ve alkışlamasıyla kafamdaki tinnlemeden zerre eser kalmadı. Pırıl Pırıl oldum, matematik defterini kapatıp, sırıtarak şovu izledim. Konuğun şarkısı sırasında Beyaz her zamanki gibi ceketinin önünü iliklemiş masasında tempo tutuyordu, ben ise cebimdeki 10 lirayı çıkarıp Cahit Arf kısımı dışa gelecek şekilde anlıma yapıştırmış halı üzerinde oynuyordum. Çünkü sevgilim beni somutken dana çok seviyordu.