eşcinsellik üzerine

  1. 26
    şimdi evrim ağacının başka yazılarına da denk gelmiştim. güzel ve faydalı bir oluşum fakat pek ilgi göstermedim, bu yazı iyi oldu daha yakından takip edeyim siteyi. gayet bilim ile içli dışlı kimseler gibi görünüyorlar. fakat insanın incelenmesinde yalnız biyolojiye baş vurmak konuyu eksik bırakmaktadır. işin sosyoloji yönü de vardır ki daha derine inip felsefe ile de hatta sanat ile de içli dışlı olmak gerekir tablonun bütününü görebilmek için. çünkü insanlar, doğadaki diğer canlılardan toplumsallıkları yönüyle ayrılırlar. bu da insana dair çok mekanik bir bakış açısı doğurabilir, sadece genlere yönelmek, bütün kişiliği genler ile açıklamak gibi. ben genel olarak gelişmiş türlerin hepsinde kişiliğin yalnız genler ile açıklanamayacağını düşünüyorum ama bunun bilimsel bir yönü yok, yaşam deneyimlerime, gözlemlediğim hayvan, insan ve kendime dayanarak söylüyorum. benim fikirlerim teori aşamasındadır. teori bile denemez belki. o yüzden sadece fikir yürütebiliyorum hatalı olabilirim. neyse bu yazıda insanın toplumsal yönü yok sayılmamış fakat oluşturulan çeşitli varsayımların temelinde bu eksiklik bulunabilir. bir bakış açısı olsun diye söylüyorum. yine yazı taraflı görünüyor bana da. ama ben bunu doğru buluyorum. bilimsel yöntem tarafsızdır evet, fakat bilimsel bulgulardan çıkarılacak sonuçlar taraflı olurlar. o yüzden bir çok bilim adamı aynı bulgudan bir sürü farklı sonuç çıkartır. bu yüzden böyle konularda farklı fikirlere sahip olup bilimle uğraşan kişilerin de görüşlerine ulaşmak lazım. yaptıklarının yanlış olduğunu söylemiyorum. bence doğru. zaten bilimsel verilere yüzde yüz güvenip hiç sorgulamadan inanmak da hastalıklı bir davranıştır. en doğru kaynak bilimdir, en doğru yöntem bilimdir fakat bilimsel süreç, tamamlanabilen bir süreç değildir sürekli gelişmektedir, hep eksik yönleri bulunur. bu tabi bilimi bırakalım kafamıza göre inanalım demek de değil. ama bu durum aynı bulguya farklı yorumlar getirme şansı doğurmakta ve bu kaçınılmaz. mesela martılara dair olayı ben şöyle yorumladım: erkek sayısı az diye çocuklara dişiler beraber bakıyorlar. bazı hareketlerini de "eşcinselce" yorumlamışlar o kadar. doğal bir durum. yazının bir çok kısmını anlamadım. eşcinselliğin türün devamlılığına fayda sağladığı tezini hiç anlamadım mesela. önce neresinden tutsam bilmiyorum. belki toplumsal cinsel kimlikten bahsedebilirim önce. şöyle bir örnek ile başlayayım: robert plant. ben çok küçük yaştan beri yabancı kültürün etkisi altında büyüdüm. hem bilgisayar oyunlarına bağımlıydım, hem deep purple, pink floyd, judas priest, blind guardian, led zeppelin gibi grupların kasetlerini dinleyerek büyüdüm çok küçük yaştan itibaren, hiç ingilizce çalışmamış olmama rağmen makale okuyabilecek durumdayım biraz zorlayarak şu anda. bu nedenle robert plant bana hiç "garip" gelmemişti, dar kot pantolonuna sıkıştırdığı hıyar dışında. kendisi şudur: imstars.aufeminin.com/...link burada hıyar koymamış tabi. sesi de incedir. şarkı söyleyişi de feminendir. bir gün metallica dışında pek yabancı grup bilmeyen bir arkadaşıma dinlettim, beğenir belki diye. dedi ki "mesela hacı bu adam neden bu kadar karı gibi? bak mesela james hiç böyle mi?". o zaman dank etti plant'in aslında oldukça kadınsı olduğu. oysa farklı kültürel algılar içerisinde bu adam kadınsı görünmeyebiliyor. kendi yaşantısında nasıldır, biseksüellik eşcinsellik var mıdır bilmem. olmaya da bilir ama, hatta bu adama aşık bir sürü kadın tanıyorum. hıyarını bile beğeniyorlar ki hıyarını beğenmeleri daha garibime gidiyor, hoşlanmaları çok doğal geliyor. arada ben de bu adamı sahnede taklit ederim -vokalim-. sesimi çoğu zaman ince kullanırım normal yaşantımda da. yumuşak başlı sevimli bir insanımdır. sosyal problemlerim dolayısıyle de uzun süre sevgilisiz dolaştığım olur. e bunu gören insanlar bana da çoğu kez eşcinsel misin diye sordu. hatta bazen tacize uğradığım da oldu. işte bu sorular sorulana kadar ya da taciz edilene kadar öyle göründüğümü hiç düşünmüyorum. bana çok doğal geliyor öyle davranmak. cinslere giydirilen bu toplumsal rollerin, ta binlerce yıl öncesinden iş bölümüne kadar dayandığını düşünüyorum. kadın doğurgandır, hayatının büyük bir kısmında hamilelikle ve hamilelik sonrası çocuk bakımıyla uğraşır. bu nedenle toplamacılık gibi daha tehlikesiz işlerle uğraşıp evden sorumlu olmuştur. ataerkil düzende ev yönetimiyle, toplamacılıkla, giysi dikimi gibi ustalık isteyen işlerle uğraşmıştır ve saygınlığı büyüktür. miras da kadından kadına aktarılır. bunu neden belirtiyorum, fiziksel olarak güçsüzler ama toplumsal olarak durum öyle değil, kaslı olmak toplumda saygın olmak anlamına gelmez. insan da toplumsal yaşam sürdüğüne göre kaslı olmak güçlü olmak anlamına gelmemektedir. erkekler ise avcılık gibi, kabilenin korunması gibi, hayvancılık gibi, savaş gibi ağır ve ölüm tehlikesi içeren işleri üstlenmiştir. zaman içerisinde kadının fiziksel olarak zayıflayıp narinleşmesini erkeğin kaslanıp güçlenmesini de buna bağlıyorum ben. ha şunu da ekleyelim, anaerkil dönemde cinsel serbesti vardı, farklı kültürlerde farklı evlilik şekilleri bulunuyordu tabi mesela bir kabilenin beş erkeği diğer kabilenin beş kadınıyla evleniyor bu onu arasında ilişki tamamen serbest oluyordu gibi. bu da çocukların babası belli olmazken analarının belli olması demek. daha önce de yazmıştım. kadına saygıyı artıran şeylerden biri bu. dönemin büyük tanrıları da kadındır diye biliyorum. ataerkil toplum yapısının gelişmesi ile beraber kadın köle haline dönüştü. miras erkekten erkeğe geçmeye başladı. bunun sağlanabilmesi için kadına tek eşlilik şartı getirildi ki baba belli olsun. bu uzun konu daha önce bu konuda yazılarım var ayrıntıya girmiyorum. bu durum kadını ev işleriyle uğraşıp doğuran ve çocuk bakan bir köleye dönüştürdü çünkü mülk edinme hakkını gittikçe kaybetti, miras haklarından mahrum kaldı hatta üretime katılması da zamanla sonlandırıldı ki güçlenmesin, erkeğine karşı çıkamasın. bu durum kız çocuklarını alınıp satılan bir mala dönüştürdü zamanla. ailenin kız çocukları iyi bir eş olarak yetiştirilir ki karşılığında iyi bir başlık ücreti alınsın ve zengin bir aileye gitsin mesela. yani kadının işi eş olmaya dönüştü. babalar tanrılaştı, zeus'a dönüştü. neyse uzatmayalım kadın narindir, bakımlıdır, kırılgandır, korunması gereken bir çocuk olarak yaşar hayatı boyunca, üretime katılmaz, bağımlıdır, yakın çağlara kadar çok uzun bir dönemde gerçek anlamıyla mal olarak görülmüştür bunun için kısa bir tarihsel araştırma yapmak yeterlidir. erkek ise güçlü olmak zorundadır. düşmanlara karşı katı olmak zorundadır. aldatılmamak ve sözünü geçirebilmek için dik başlı otoriter olmak zorundadır. falan filan uzatmayacağım. günümüzdeki feminen ve maskülen insan algısı buradan gelir diye düşünüyorum. yine ayrıntıya girmiyorum örneklere kendiniz uygulayınız dediklerimi. kız çocukları birbirleriyle çok daha yakın ilişki kurarlar -fiziksel olarak-. aynı yatakta beş kız yan yana sıkışık vaziyette uyusa garipsemeyiz, sevimli gelir. sarılan birbirini öpen yakın temas içeren oyunlar oynayan, yani başka bir kız çocuğunu kendi bireysel alanına sokan bir kız çocuğu normaldir. erkek çocukları için durum başkadır. erkek arkadaşları onların gelecekteki rakipleridir, ister ticarette, ister yönetimde, ister eş bulmada, ister kavgada/savaşta hangi alanda olursa olsun yaşama atılcak ve rekabet edeceklerdir. bu düşmanlık erkek çocuklarını diğer erkek çocuklara karşı daha tedirgin yetiştirir. kendi bireysel alanlarına başka bir erkek sokmaya çekinirler. çok nadiren sarılırlar, birbirlerinin karşısında ağlamaya çekinirler, öpüşmeler uzaktan ve formaliteden göstermeliktir, yan yana birbirine sarılarak uyuyan iki kız çocuğu çok güzel bir manzaradır. aynısını yapan iki erkek çocuğu hemen uyarılmalıdır. işte bütün bunlar toplumsal yapımızın sonucudur. bu yapı değiştiği takdirde bunlar da değişecektir. cinslere biçilen roller değişecektir. değişebilir. hatta bence değişmelidir. "erkek sevme geni" tamlamasını bu yüzden yanlış buluyorum. bir erkek bir erkeği deli gibi sevebilir, cinsel arzu beslemeden hem de. hatta bence yakın ilişkide bulunmaktan kaçınarak bir şeyler kaybediyor bile olabiliriz. insan için tek eşlilik kesin bir kural değildir. tek eşililik bir çok toplumda çok geç tarihlerde ortaya çıkar, bir çok toplumda sadece kadının tek eşliliğine yönelik gelişim göstermiştir. fakat günümüz toplumlarının kaçınılmaz bir parçasıdır. sebep olarak miras hukuku büyük bir yer tutar. gelenekler, temeli unutulmuş nedenler vesaire de vardır. bireysel mülkiyet algısının bir yan ürünü olma özelliği de vardır. fakat kesinlikle genel geçer bir doğru değildir hatta 200.000 yıllık insanlık tarihinin bir kaç bin yıllık döneminde mevcuttur diyebiliriz. fakat bu bir sonuç doğuruyor. eski topluluklar kan bağı bulunan geniş aileler halinde yaşıyorlardı. aşiret, gens vesaire deniyor. o zamanlar için ailenin kan bağı bulunan topluluklar olarak algılanması doğaldır. artık durum farklıdır. insanın dünyası epey genişlemiştir. bahsettiğimiz ilkel insanlar dünyayı kendi nehirleri kadar zannediyorlardı. biz denizlere, okyanuslara hatta uzaya açıldık. toplumumuz da büyüdü ve genişledi. artık kan bağı bulunan topluluklar halinde yaşamıyoruz. küçük aileye indirgeniyor yavaş yavaş aile de, hatta çoğu birey ailesinden de kopuyor. burada aile kavramının değişmesi gerektiğine inanıyorum. aile, hayatı beraberce yaşayan insanlara denmeli. artık kan bağı bulunan toplumlarda yaşamadığımızdan hayatımızı bir çok kan bağı bulunmayan insan ile paylaşıyoruz. buraya devreye dostluk arkadaşlık yoldaşlık giriyor. ne kadar geniş yaşar, geniş düşünür geniş ilişkiler kurarsak ailemiz o kadar genişliyor. fakat hala miras hukuku ve mülk algısı tam olarak aile olunmasına engel oluyor. yine de benim bir arkadaşım var. yıllardır beraberiz. yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmez. bir aralar ortak cüzdan taşırdık. bizde ne pişerse o da yer, onlarda ne pişerse ben de yerim, zamanımızın çoğu beraber geçer, sık sık aynı odada kalırız, bazen ev işlerini beraber yaparız bazen dışarıdaki işleri beraber yaparız mesela ben onun bilmem ne belgesi çıkarması sırasında yanında bulunurum, o aynı desteği bana sağlar, birbirimizin arkadaşlarını tanırız vesaire vesaire. yasal olarak mülkiyet eşitliğimiz yok ve sevişip çocuk doğurmuyoruz. evli bir çiftten tek farkımız bu. şimdi ben bu adamı ailemden sayamayacak mıyım? saymam gerekmez bile. yine yanlış hatırlamıyorsam 98 filan olması lazım, o tarihten beri içinde bulunduğum bir tiyatro ortamı vardır. yine bu arkadaş kadar yakın değiliz hiçbiriyle, ama gerçekten hayatımın büyük bir kısmını beraber geçiriyor ve bir çok şeyi beraber yapıyoruz. kişiliğimin oluşmasında çok büyük payları var. beraber üretiyoruz. beraber öğreniyoruz. her türlü desteği de sağlarız birbirimize. şimdi ben bu ortamı ailemden sayamayacak mıyım? bence yine, saymama gerek bile yok. çinde yapılma eşyalar kullanıyor, antik yunandan gelme fikirlerin üzerinde yükseliyor, birinci dünya savaşında sürdürülen milli mücadelenin mirasçıları olarak yaşıyor, kendi üretmediğimiz şeyleri yiyor, öğreniyor, giyiyor, içinde yaşıyoruz. belki de insan öğrendikçe, algısı genişledikçe, dünyası büyüdükçe aile kavramı da genişleyecektir kim bilir? ben her insanı ailemin bir parçası olarak görüyorum. milliyetçiliğe de bu yüzden ısınamamışımdır. aile-mülkiyet-miras kavramlarının bu kadar dar tutulması insanı tek eşliliğe zorluyor. tek eşliliğe karşıyım ama tek eşli olacağım. buna uygun yaşayacağım. çünkü insanlar hayatlarını sürdürmek için birer eş seçmek zorunda bırakılıyor. çocuk yapmanın çocuk yetiştirmenin hayat kurmanın eve çıkmanın şartı bu. bütün dostlarım da eş bulup bunu yapacaklar, ben yalnız kalacak değilim. ama bunun zararlı bir yönü de var: yine erkek sevgisi üzerinden değil de hetero kadın sevgisine dönelim önemli bir noktam var ekleyecek. tanıdığım bir kadın var. çok güzel bir kadın. tanıdığım en sevimli insan. sırf onun olduğu ortamlara dahil olabilmek için işimi gücümü bırakıp gidebilirim o derece sevimli, içten, samimi biri. beraber olmak acayip keyif veriyor. bir de sevgilisi var, sevgilisi de iyi biri, onu da severim ve buna saygı duyarım. bu nedenle zaman içerisinde bu kadına karşı tüm cinsel isteğim sönümlendi. bu mümkün bu arada emin olun. ama yine de mesela sarılmak, öpmek, yanaklarını sıkmak filan istiyorum ve zerre cinsel dürtü barındırmadan istiyorum bunları. bir çocuk sever gibi, kardeş sever gibi mesela. bunları da yapamıyorum tabi yanlış anlaşılır diye. bizim ortamımız yine güzel, birbirimizden uzaklaşmak zorunda değiliz, ama ve lakin ki insanlar bu nedenlerle sevişemedikleri ama sevdikleri insanlardan kopuyor, ilişkilerini çok basit düzeye indirgiyor ya da tamamen bitiriyorlar. bu da insanın yalnızlığını kat kat artırıyor. insan, beraber yaşadığı insanların bir yarısını sadece cinsel obje olarak görmeye başlıyor. bu kendi yaşantısında çok çok çok büyük bir eksikliğe sahip olması demek. fazla uzatmayalım, iki erkek birbirini deliler de gibi sevebilir. hiç de acımaz. sevgili olmayan bir erkek ve bir kadın da birbirini deliler gibi sevebilir. bir kadın ve başka bir kadın da birbirini deli gibi sevebilir. sevgi ve cinsellik, insanlık ilerledikçe birbirinden daha net çizgilerle ayrılacak ama aradaki bağıntılar daha doğru kurulacak. bugünkü algımız çoook değişecek emin olun. gelelim eşcinsellik mevzusuna. fazla uzun tutmayacağım. yazıda önemli bir nokta vardı: insanların genlerinden gelen cinsiyetleri, çiftleşmek için hangı cinse yöneleceklerini belirlemez. ben de bunu çok doğru buluyor ve artırıyorum: bu genlerle alakalı değil, yaşayışla, yetişmeyle alakalıdır. insan bu bakımdan en esnek canlıdır dünya üzerinde. çünkü üretme gücüne sahiptir, doğaya uyum sağlama ve onu değiştirir kendi ihtiyacına göre, yaratıcıdır, yorumlayıcıdır, kendini de yeniden üretebilir, yontabilir, toplumunu da, ilişkilerini de. buna bağlı olarak hormonal yapımızın çok çok esnek olduğuna inanıyorum, yaşayışa yetişmeye göre çok çok farklı şekillerde değişebileceğini düşünüyorum. bunu yaşam deneyimlerimden ve yaptığım okumalardan söylüyorum, sadece teoridir, ama gerçekten çok eminim bundan. bir kaç canlı türünde eşcinsel ilişki mevcut imiş. bunlar yine de tam eşcinsellik olarak değil de, üremek için yine karşı cinslere başvurulan bir ilişki olarak görülmekteymiş. olabilir, canlıların da yüzde yüz katı şekilde genlere bağlı yaşadıklarını düşünmüyorum en azından gelişmiş türlerin. ister genler dolayısıyla olsun, ister yetişme yaşayış yüzünden olsun eşcinselliğin bu kadar yaygın olmasının nedeninin cinsel baskılar olduğuna inanıyorum. hiç cinsel baskı olmadığını düşünelim. cinsellik ayıp değil, kirli değil, eksiden olduğu gibi kutsal olmasa da doğal, normal bir eylem olarak karşılanıyor. isteyen birbirini uygun bulan yakın hisseden kişiler anlık ilişkiye girebiliyorlar mesela diledikleri gibi. bir sıkıntı yok. böyle bir ortamda "ben heteroyum", "ben eşcinselim", "ben biseksüelim" diye kendine net bir kimlik belirleme ihtiyacı duyan insan olacağını düşünmüyorum. isteklerine göre hareket edecekler, fazla düşünmeyeceklerdir. canlılarda durum zaten böyle de, teorik bir düşünme eylemi gerçekleştirelim. işte ben böyle bir ortamda yok olmasa da eşcinsel ilişki yoğunluğunun epey düşeceğini iddia ediyorum. tabi eksik anlattım. çok küçük yaştan itibaren nasıl yürümeyi konuşmayı ve yaşamın gerçeklerini öğreniyorsak cinselliğe dair de doğru, temiz, normal bir eğitim alacağız. bu artık kirli değil, ödül değil, başarı değil, suç değil ve bu konuda cahillik de mevcut değil. bu koşullarda azalacağına inanıyorum. belki yine eşcinsel istekler duyanlar eşcinsel ilişki yaşayanlar olabilir. yok olur da diyemiyorum. ayrıca evrimin eleyici yönüne rağmen sürmesi de yine yetişmeye bağlı açıklanabilir. genlerden bağımsız olarak insanlar eşcinsel olabilmektedir dersek, evrim bunu süpüremez hale gelebilir. ister genlerle, ister yetişmeyle olsun eşcinsel bireyler artık eşcinseldir. yapacak bir şey yok. kendilerini böyle hissediyor ve kendi cinslerine ilgi duyuyorlar. bunu hastalık gibi aşağılayıcı şekillerde tanımlamak, onları dışlamak, şiddet uygulamak, kötülemek, hayatlarını zorlaştırmak suç sayılmalıdır. bu insanlar gerçekten ellerinde olmayan şeyler yüzünden çok ağır şartlarda yaşıyorlar. hele travestileri filan düşününce iş iyice çığrından çıkıyor. eşcinselliğin doğruluğu yanlışlığından daha önemli bir konu, bu bu insanların elinde değil. ve mesela bir çok insandan çok daha az zarar veriyor ya da hiç vermiyorlar insanlara. taciz tecavüz dediğin zaten herkes için geçerli, eşcinsellere özgü değil. ki içlerinde çok iyi, pırlanta gibi insanlar da var. ama eşcinselliğe karşı şu eleştiriler de olduğu gibi duruyor: cinsellik üremenin sonucudur, bu kaçınılmaz bir gerçek. ikincisi erkeğin eşcinselliği sindirim sisteminin bir bölümüne zarar vermektedir. sağlığa zararlıdır. ileri dönemlerde cerrahi müdahale istiyor bildiğim kadarıyla hatta. eşcinsel olmanın en büyük zararı toplumsal yaşamdan soyutlanmaktır. belki de çocuklara aşılanması bu yüzden beni rahatsız ediyor. eşcinsel olmama ihtimali olan herhangi birinin eşcinsel olmaması taraftarıyım. ama olmuş olana da yapacak tek şey var, yardım etmek, destek olmak, vatandaşlık haklarını geri vermek. çok hassas konu. hiçbir fikrimden emin değilim. öyle yazsan bir taraf şöyle yazsan öte taraf kırılıyor. ama yapacak bir şey yok, tartışmak gerek.
    #336478 anoktainoktagnokta | 08/11/2014 21:01
     
  2. tümünü gör
iv>