bilgeye mektup

  1. 1
    Sevgili bilge, bana bir mektup yazmış olsaydın, ben de sana cevap vermiş olsaydım. Ya da son buluşmamızda büyük bir fırtına kopmuş olsaydı aramızda ve birçok söz yârim kalsaydı, birçok mesele çözüme bağlanamadan büyük bir öfke ve şiddet içinde ayrılmış olsaydık da yazmak, anlatmak, birbirini seven iki insan olarak konuşmak kaçınılmaz olsaydı. Sana, durup dururken yazmak zorunda kalmasaydım. Bütün meselelerden kaçtığım gibi uzaklaşmasaydım senden de. İnsanları, eski karıma yapmış olduğum gibi, büyük bir boşluk içinde bırakmasaydım. Kendimden de kaçıyorum gibi beylik bir ifadenin içine düşmeseydim. Bu mektubu çok karışık hisler içinde yazıyorum gibi basmakalıp sözlere başvurmak zorunda kalmasaydım. Ne olurdu, bazı sözleri hiç söylememiş olsaydım; ya da bazı sözleri hiç söylememek için kesin kararlar almamış olsaydım. Sana diyebilseydim ki, durum çok ciddi bilge, aklini basına topla. Ben iyi değilim bilge, seni son gördüğüm günden beri gözüme uyku girmiyor diyebilseydim. Gerçekten de o günden beri gözüme uyku girmeseydi. Hiç olmazsa arkamda kalan bütün köprüleri yıktım ve simde geri dönmek istiyorum, ya da donuyorum cinsinden bir yenilgiye sığınabilseydim. Kendime, söyleyecek söz bırakmadım. Kuvvetimi büyütmüşüm gözümde. Aslına bakılırsa, bu sözleri kullanmayı ya da böyle bir mektup yazmayı bile, ne sen ne ask ne de hiçbir şey olmadığı günlerde kendime yasaklamıştım. sen, ask ve her şeyin olduğu günlerde böyle kararlar alınamazdı. Yasamış birinin olu yargılarıydı bu kararlar. Simdi her satiri, bu satiri da neden yazdım? Diyerek öfkeyle bir öncekine ekliyorum. Aziz varlığımı son dakikasına kadar ayni görüşle ayakta tutmak gibi bir görevim olduğunu hissediyorum. çünkü baksa turlu bir davranışım, benimle küçük de olsa bir ilişki kurmuş, benimle az da olsa ilgilenmiş insanlarca yadırganacaktır. oysa, sevgili bilge, aziz varlığımı artik ara sıra kaybettiğim oluyor. Fakat yaralı aklim, henüz gidecek bir ülke bulamadığı için bana donuyor şimdilik. Biliyorum ki, bu akil beni bütünüyle terk edinceye kadar gidip gelen aziz varlık masalına kimse inanmayacaktır. Bazı insanlar bazı şeyleri hayatlarıyla değil, ölümleriyle ortaya koymak durumundadır. bu bir çeşit alin yazısıdır. Bu alın yazısı da başkaları tarafından okunamazsa hem olunur ve hem de dünya bu olumun anlamını bilmez; bu da bir alın yazısıdır ve en acıklı olanıdır. Bir alin yazısı da olumun anlamını bilerek, ona bu anlamı vermesini beceremeden ölmektir ki, bazı müelliflere Gore bu durum daha acıklıdır. ben ölmek istemiyorum. Yasamak ve herkesin burnundan getirmek istiyorum. Bu nedenle, sevgili bilge, mutlak bir yalnızlığı mahkûm edildim. (insanların kendilerini korumak için sonsuz düzenleri var. Durup dururken insanlara saldırdım ve onların korunma içgüdülerini geliştirdim.) hiç kimseyi görmüyorum. Albay da artik benden çekiniyor. ona bağırıyorum. (bütün bunları yazarken hissediyorum ki, bu sansür ları okuyunca bana biraz acıyacaksın. Fakat bunlar yazı, sevgili bilge; kötülüğüm, kelimelerin arasında kayboluyor.) gecen sabah erkenden albayıma gittim. Bugün sabahtan aksama kadar radyo dinleyeceğiz, dedim. Bir sure sonra sansür ildi. (insandır elbette sıkılacak. Benim gibi bir canavar değil ki.) bunun üzerine onu zayıf bulduğumu, benimle birlikte bulunmaya hakki olmadığını yüzüne bağırdım. (ben yalnız kalmalıyım. Başka çarem yok.) bazen Nurhayat hanım?a gidiyorum; karşılıklı susarak oturuyoruz. Konuşmamak ne iyi, bir bilsen. İnsan elbette konuşmak istiyor; dert yanmak, hakli çıkmak istiyor. Fakat kelimeleri insana ihanet ediyor, insan kendine ihanet ediyor. Kendinden nefret ediyor. Dul kadın iyi: bana kahve pişiriyor, sigaramı yakıyor. Onun yanında biraz huzura kavuşuyorum. Pilleri, kutusundan büyük bir radyosu var; onu dinliyoruz. Nurhayat hanim sıkılmıyor. Bazen dul kadının evinde, bir iki söz ettiğim oluyor: kendi kendime konuşur gibi. Nurhayat hanim hiç söze karışmaz; aman iste biri konuşmağa başladı varlığını ortaya koydu, dur ben de bir şeyler söyleyeyim kişiliğimi göstereyim gibi küçük çabalamalar içinde değildir dul kadın. Onunla oyunlar dinliyoruz radyodan. Yıllardır sesleri değişmeyen, fakat adları farklı olan oyuncuların piyesleri; ayni heyecanlı titreşimler, ayni yükselip alçalmalar. Sanki yıllardır şurup giden uzun bir oyunu parça parça oynuyorlar. Kahkahalar atıyorlar - çocukluğumdan beri dinlediğim kahkahalar. ayni kapıları yıllardır açıp kapıyorlar. Ayni güç durumlarda kalıyorlar. Yavaş konuş bizi duyacak diyorlar, siz burada ne arıyorsunuz bakalım diyorlar. Ben yalnız sesleri dinliyorum, anlamlarla ilgili değilim. Kuş sesi dinleyerek huzur duyanlar varmış; onlar gibiyim...
    #336540 naylon | 09/11/2014 02:54
     
  2. tümünü gör
iv>