45
yok yok tartışma gayet güzel gidiyor bence. konular birbirlerine bağlandığı için o kadar uzayıp budaklanıyor aslında ki daha iyi anlaşabilmek için doğru olanı da bu bence. şahsen ben buna zaman ayırmaktan hoşlanırım dizi izlemek yerine o açıdan uzun olmasında bir problem görmüyorum. tabi keşke daha bilgili olsak, mesela şimdi bende çok az tarihi bilgi var. bu teorileri konuşup da gerçeklerden bahsedemeyince eksik kalıyor olay. ama bütün parçaları bir arada tartışacağımıza parça parça ilerleyebiliriz. genler konusunu tartışabiliriz örneğin önce. elbet de biyolojiyi reddetmiyorum. yalnız biyolojiden, genlerden yalnız canlılığa dair bilgiler ve çeşitli refleksler aktarılabilir. yine önceki yazdıklarımı kopyalamak yerine özet halinde kendim yazayım: bizim bildiğimiz doğa, üç kısma ayrılıyor: cansız doğa, canlı doğa ve insanın toplumsal doğası. en kapsayıcı olanı cansız doğadır, canlıların yapısında bir çok cansız madde bulunmaktadır ve canlı doğa, cansız doğanın içinden gelişerek varlaşır. aynı şekilde canlı doğa da, toplumsal doğayı kapsar. insan canlılık evriminin bir parçası olarak insanlaşmıştır ve bir canlıdır zaten. bu doğanın genel evrimidir. tek bir insanın gelişiminde de bunun bir özeti tekrarlanır. cansız bileşikler ve organik bileşenler ile insan tohumları anne rahminde tek hücreliden, karmaşık yapılı bir canlıya doğru evrim geçirir dokuz ay içerisinde. burada canlılığın evriminin kısa bir tekrarını yaşıyoruz tek hücreliden, gördüğünüz üzre. ve bir insan yavrusu olarak milyarlarca yıllık evrimin vardığı son noktaya ulaşıyoruz. genlerle aktarılan kısım burasıdır. canlıların, insandan farkı nedir? esas önemli nokta burası, çünkü niçin genler ile insanlığı aktaramadığımızı anlamanın yolu bu. insanlık ne ola ki, genlerle aktarılabilsin? canlı olmanın, yaşamanın temel savaşı: canlı olmayı ve yaşamayı sürdürebilmektir. buna katılırız herhalde hepimiz. işte canlı, hayatta kalabilmek adına, doğa ile savaşmak zorundadır. yemek bulabilmeli, soğuktan, hastalıklardan, yırtıcılardan ve türlü doğal koşullardan kurtulabilmeli. işte doğal gelişim içerisinde sadece bunu başarabilen canlılar hayatlarını sürdürebiliyorlar. bu da, çevresiyle uyumlu olanların hayatta kalabilmesi demek. yani, canlılar hayatta kalabilmek için çevrelerine uyum sağlıyorlar. bu uyum sağlama bilinçli bir durum değil, doğal bir gelişim. bir kutup ayısı, sadece kutuplarda, kendi iklimi ve çevresinde hayatta kalabilir. çünkü o ortama göre gelişmiştir. eğer ortam hızlıca değişirse, bu sefer avantajlarını kaybeder ve türü ortadan kalkar. ama her şey değişmektedir, bu da doğanın bir diğer kanunudur. demek ki canlı da her zaman değişmek durumundadır. insan ise, kutupta da yaşar, çölde de yaşar, ormanda da yaşar, dünya üzerindeki her noktada yaşamayı başarabilir. bu nasıl oluyor? işte burada emek ve düşünce işin içine giriyor. uzun uzun bunların ne oldukları, nasıl ortaya çıktıkları zor şimdi anlatmak ama sözlüğe yazdım daha önceden. emek ve düşünce başlıklarında mevcutlar. insan emeği ile doğayı şekillendirir ve kendi özel doğasını oluşturur. canlı gibi doğaya uyum sağlamaz. işte canlılar, bu uyumu evrimsel süreçte sağlıyorlar. ortama özgü organlar geliştiriyorlar, dişler, pençeler gibi ve bu genler ile aktarılıyor. fakat insanın aktarması gereken şey genlerle ilgili değil, o emek tekniğini ve düşüncesini aktarmak zorunda. oysa bu genlerle ilgili bir olay değil, doğanın soyutlanması olan düşünceyi aktarmak zorunda. bu da dilin gelişmesini koşulluyor. toplumsallık meselesine ve dilin yapısına da girmiyorum. dil başlığında o da olmalı. düşünceler kelimelerden, kavramlardan meydana gelir. herhangi bir gen parçası bu kavramları aktarabilir mi? insan doğduktan sonra, önce diğer insanlardan toplumsal yaşamı ve insan olmayı öğrenir. düşünmeyi, yürümeyi, üretim tekniklerini öğrenir. bu da insanlaşan atalarımızın evriminin kısa bir tekrarıdır. doğan canlı, insanlaşır bu süreçte. genlerle aktarılabilecek bir şey değildir ve kültür dediğimiz şey de bu noktada aktarılır. sonra insanın düşünsel evriminin gelişmesi var, yüz binlerce yıllık. insan okur, düşünür, araştırır, okula gider, öğrenir ve insanlığın kültüründen kendine pay alır. düşünme sistemi gelişir, genişler. işte bu da insanın düşünsel evriminin kısa bir tekrarıdır. kültür de bu noktada varlaşır. ha bir de kürtlerin kültürünü yadsıyamayız. bir ortak kültür sahibi olmak için illa kendi devletine sahip olmak gerekmez. kendi dili olan bir topluluğun kültürü olmadığını iddia etmek zaten imkansızdır. ortak geçmişleri, ortak dilleri ve yaşam biçimleri var. bahsettiğim nokta da bu, devlet sahibi olmamış olabilirler.