45
kahvemin yarısına henüz gelmiştim ki kapıdan içeri girdi. o anda yine tüm görüntü flulaştı, sesler yerini uğultulara bıraktı. adım adım yaklaşıyordu. hiç unutmam, üzerinde siyah bir body, onun üzerinde de gri, kolları çekiştirmekten uzamış bir hırka vardı. önü açık. hani şu kurt cobain ile özdeşleşmiş olan modellerden. altına dar bir kot giymiş, ayağında converseler. kulağında kulaklıkla yaklaştı yanıma. kulaklığı çıkarıp selam dedi. ayağa kalktım hoşgeldin dedim elimi uzattım tokalaşmak için. uzattığım eli görmezden gelip sarıldı bana. o an ruhumu teslim ettim sandım. sımsıkı, sımsıcak bir kucaklaşmadan sonra, ee dedi napıyoruz? bir şeyler çalacak mıyız? yakında dedim, bir dükkan var stüdyo olarak kullanıyoruz. gidelim istersen. olur dedi. bira da alır mıyız? diye sordu. emrin olur dedim. yolda bir büfeden biralarımızı aldık. ben o zamanlar sigara içmezdim. o bir paket kısa marlboro aldı. dükkana girdik. amfinin üzerine çöktü, bir sigara yaktı uzattı. yok dedim içmiyorum ben. gülümsedi. sen bilirsin dedi. poşetten bir bira çıkarıp yakala dedi ve bana doğru fırlattı. bir tane de kendine açtı. biralarımızı yarıladık, eline gitarı alıp tıngırdatmaya başlamıştı. ben de diğer gitarı alıp akordunu yaptım. bir köşede kendi kendime mırıldanmaya başladım. ne söylüyorsun deyip yanıma yaklaştı. fısıldayarak söylemeye devam ettim. devam ettim ki hiç uzaklaşmasın, hep yanımda kalsın. bir yandan da kokusunu çektim derin derin içime. hindistan cevizi kokuyordu. artık hangi parfümse, bilemiyorum. .... yıllar sonra üniversitedeki 3. senemde sırf parfümü o kokuyu anımsatıyor diye bir kızla birlikte olmuştum. onun gibi kokuyordu, ama onun gibi bakmıyordu. onun gibi ruhumun derinliklerine işlemedi hiç bir zaman sesi. .... sözleri biraz değiştirerek, kulağına fısıldadım: there's something cold and blank behind "your" smile. baştan al birlikte söyleyelim dedi.