bir tane patlak plastik top gördük... takıldığı dalı aşmaya çalışıyor garibim... dönüp dönüp aynı yere geri geliyor... halbuki denize varsa, adalara gitse, temiz sularda gezip dursa... üzüldüm plastik topa ben...
bir tane çamaşır sepeti gördük... derenin sığ tarafındaki çakıllarda öylece duruyordu pembe pembe... tabanı kırık... halbuki yine çamaşır taşısa, tertemiz... ütü masasının yanıbaşında dursa...sıcak kumaş koksa ortalık... üzüldüm sepete ben...
bir tane direksiyon simidi gördük... murat en çok da buna deli oldu... tornetime takacam dedi... tornet dediği de, ortadan tornet falan yok... bir tane rulman bulmuş nerden bulduysa... iki tane daha lazım diyorum... dayım getirecek diyo mal... halbuki deli murat'ın olmayan tornetinde değil bir
nın güneşten kavrulmuş konsolunda olsa o direksiyon, kavun taşısa, veya şarhoş taşısa, gezse tüm anadolu yakasında, böyle virajı döndükten sonra gevşek bıraksa şoför onu, fırrr diye dönüverse, toplayıverse
yı... üzüldüm direksiyona ben... ( deli murat bir iki kez dürttü direksiyonu uzun bir sopayla, baktı ki
lu, dönerken alırız dedi. vay amınakodumun delisi yaa )
bir tane ceket gördük derenin kıyısında... bir kolu dışarıda bir kolu suyun içinde salınıyordu... korkutuyordu bizi... "anaammm... ceset mi lan ooouu... ölü ölmüüüşş" dedi murat... elindeki sopayla cebini falan açmaya çalıştı... dönüp gitti sonra... halbuki bir adamın üzerinde olsa o ceket... ceplerinde şeker falan olsa... saçları yanlardan kurdelalı sarışın güzel kızına götürse o şekerleri... kızın elbisesi beyaz olsa... sarılsa bu ceketin içindeki adama... pembe yanakları değse bu ceketin yakalarına... üzüldüm bu cekete ben...
eski ve terkedilmiş bir ev gördük derenin kenarında... yollar çok değişirdi o zamanlar istanbul'da... bazen abandone olur bazı evler... geride kalır... murat "hurda vardır burda haaa" dedi tabi... tam da kendisinden beklenecek bir parıltıyla... yerden aldığı küçük yassı bir taşı fırlattı terkedilmiş evin üst katına doğru... delinin maksadı camı kırmak ... ama nerde o kabiliyet... beton kısmına denk geldi... bir iki kez daha denedi... sonra az önce yaralanan beline baktı, unuttu evi... halbuki eski günlerindeki gibi olsa o ev... efil efil uçuşan etekli kadınlar buzlu sürahiler taşısa bahçedeki kamelyeye... karpuz kesse amcanın biri mutfakta... askere gidecek abi hamakta uyuya kalsa, sallana sallana... sivrisineğin ısırdığı yeri öpse bebeğin annesi... duvarlarda çiçekli kağıt kaplamalar, dümeni kopmuş musluklar olsa bahçede, yuvarlak buzdolabı ve siyah lamba düğmeleri olsa evin... üzüldüm bu eve ben...
dere süprizlerle doluydu...
benim içimde bu delinin peşine takılmanın pişmanlığı...
annem kesin hamur kızartmıştır şimdi...
semsert divanda ayaklarıma ve dizlerimdeki yaralara bakarak yesem şimdi kıtır hamurlarımı... ( hemü de midem yanacak, kilo aldı başını gitti kaygısı gütmeden )