ben öyle güzel menevişlenen bir göl daha görmedim. o ne güzel mavi tonudur öyle.
beyler bayanlar. ben umut dolu bir adam değilim, turkuaz renginin kaybolup gittiğini ve ömrümde bu rengi göremeyeceğimi düşünürdüm ve fakat iznik'in surlarından çıktım, zeytinliklerin arasından yürüdüm ve karşımda iznik'in bir daha yapılamayacak, şu anda esaslarının rengini tutturmaya epeyi uğraşanlara inat sır olup gitmiş o taklidi yapılamayan tarihi çinilerinin güzel turkuazı... işte karşıma suda parıldıyordu. ben böyle güzel mavi görmedim beyler bayanlar. kıyıya indim, bir kayaya bir ağacın yamacına oturdum ve usanmadan bıkmadan gölü ve maviliğini izledim. çevredeki yeşil tepelere baktım suya baktım, hayranlığım geri kalan her şeyi ama her şeyi unutturdu bana...
işte böyle bir göl iznik gölü... vay arkadaş diyordum giderken de, umarım bir daha gelmek kısmet olur diyordum kendi kendime. göle aşık olmuştum, basbaya tutulmuştum. hani hüzünlendim de gölden ayrılırken ama o kısmı geçiyorum. bir sonraki durak beni bekliyordu, kitapçıya uğramalıydım yine.
@11 eyvallah. ama hüznümden feragat ediyorum. tabi hep içimde kalacak ama artık dışa vurmayacağım.
yok pompa kitapçısı da olmaz @9, belli bir müşteri kitlem var. bu onlara hitap etmiyor ne yazık ki :):)
daha da önemlisi benimle de pek bağdaşmıyor.
bu öyle güzel bir insandır ki en soğuk insanı bile cana yakın bir hale getirir. kafam bozdu, kitapçıyı kapattım çıktım gittim. hiçbir plan yapmadan sırtıma bir çanta alıp bir küçük anadolu şehrine gittim, oradan onun küçük bir ilçesine, oradan en yakın başka bir küçük şehre oradan yine bir ilçeye, bir başka ilçeye ve sonra bir başka şehre vesaire...
bu kadar dost canlısı, bu kadar güzel insanlar görmedim ben. geçtiğimiz günlerde tanıştığım insanlar kalbimi ısıcacık ettiler, yüzümü güldürdüler. bazen saatlerce sohbet ettik anadolu insanıyla, çünkü amacım gezmekle birlikte insan tanımak hatta daha çok insan tanımaktı. yer oldu anadolu insanına yol sordum gideceği yolu bırakıp beni gideceğim yere götürdü tarif etmektense, yer oldu gezeceğim yeri bana gezdirdi. hele bir de şehirlerine iltifat edince -ki bunu içten gelerek yapıyordum- yüzlerinde ne güzel güller açıyor.
bu küçük şehir insanları özellikle çok güzeller. çünkü göç almayan bu küçük şehirler yapılarını muhafaza etmişler. minik ağız ve şive farklılıkları, ama hepsinin sıcacık yürekleri ve bir yabancıya sunabilecekleri kocaman bir gülümsemeleri var her zaman.
bu insan beş günde bana yıllardır kitaplardan öğrenemediğim şeyler öğretti. kitapçıdaki işlerimi tamamlayıp en yakın zamanda yine aralarına karışacağım.
@4 eyvallah bernard k. eyvallah...
zorla hüzünlendireceksiniz insanı be. ama karar aldım. karartıcı şeyler yazmayacağım içinizi. yoksa şimdi bir güzel hüzünlü entariler girerdim. hüzünlendim zaten. ama başka şeylerden konuşacağım.
ulan. hüznümüzü dışa vurmayacağız dedik yine bana cüzzamlı gibin yaklaşıyorsunuz. kırmayın beni lan. tamam içinizi sıkmayacağım bakın piyano falan diye entari giriyorum. olmuyor lan böyle...
ne güzel bir alet bu be yaa. ney değil de bununla mı takılaydım diyorum da sonra neyime bakıp ona ihanet etmişim gibin hissedip suçluluk duyuyorum. baştan çıkarıyor bunun sesi beni... ama yok... neyime sadık kalacağım... ama o ne güzel tını. geçeceksin kuyruklu piyanonun başına, siyah olacak piyano, böyle eğile kalka eğile kalka kendini kaptıra kaptıra basacaksın tuşlara... tabi neyin yeri ayrı, onu kamışlıktan kestikleri günden beri inlemiş durmuş yazık ki, yazık o da yurdundan kamışlıktan uzakta. kader yoldaşım benim, karşim. evet biz de senin gibiyiz, yok ben seni bırakmam. üflemek gibisi yok ama o tuşlara basmak da ayrı bir güzellik be... yok yok neyime sadığım.
özet: yazar burada büyük bir iç çekişme yaşadı ve piyanoya duyduğu şehvetle karışık isteği yendi.
@5 ahaha. bu olabilir belki. ama müşteriler sorunca niye kutup diye ne diyim? sözlük var bi tane de kem küm falan dersem müşterilerim beni recm eder lan. kitapçı adamız, tüm zamanımız okumakla. demezler mi sözlükte ne işin var kitapçı diye. dükkanın kültürel dokusu ve kokusu bozulur. kutup kitapçısı... cık. olmadı... ama yine de iyi fikirdi eyvallah.
bugün bir müşterimle dertleşirken dedim kitapçının adını değiştireceğim bilader. şaşırdı, sordu soruşturdu. dedim artık hüzün olmasın kitapçıda. üzüldü, şaşırdı, bir daha şaşırdı. ve kitapçının hüznü giderse ne kalır geriye diye ıslak gözlerle bana baktı.
tabi kolay değil, yıllanmış bir ilişkimiz var, kaç kitap tavsiye etmişim kim bilir, kaç güzel kitap vermişim herife. o acılı bakışları unutmayacağım. ancak karar bu, alındı mı olacak. ama avutsun diye kendini gerçeği açıkladım sevgili müşterime; "hüzün bu tabelada olmasa da hep içimde yaşayacak..." bunun üzerine derin bir soluk aldı müştericiğim. dedi ki "mirim çok yaşa..." sırtıma dostça dokundu ve gülümseyerek huzur bulmuş bir şekilde müsademi istedi. pek az bilinen ama pek güzel olan bir kitapla yanımdan ayrıldı. hüzünle baktım arkasından ama sonra silkindim. "hüzün, sadece içimde yaşayacak..." dedim.
@2 hmm. ama yine bişi kitapçısı yapmalıyım diye düşünmüştüm. tabelanın yarısının üstünü kapatacağım. açık konuşalım, kitapçılık para getirmiyor hani pek... yeni tabela alamayız da işte böyle bez gibin bişeyler falan, ilk kelimeyi değiştiririz.
ahaha tebessüm ettim. :)
üzüldüm hüzünlendim lan. hikayende kendimi gördüm bilader. ama nasıl hüzünlendiğimi yazmayacağım karar aldım. hüzünden söz etmek yok. bitti...
yoo, yazmayacağım. hüzünlü şey yazmayacağım.. hayır... ıı-ııı.
şimdi bizim kitapçı küük şirin bir yer. hüzünlü mü hüzünlü olagelmiştir bu minik tükkan. ancak değşimin önünde durulmuyor. ne kitapçısı koyayım dükkanın adını?.. ya da belki sadece kitapçı derim. çünkü kendime söz verdim. hüznümü akıtmayacağım artık insanların kulkalarına. bu durumda dükkanın ismi boşa çıkıyor gibin. artık hüzünlü kitapçı olmayacağım ama tabi kitapçılığa devam...
.
bu sefer bu tema üstüne bi şey yazmayacağım. bu cephede değişen bir şey yok lakin yetti artık hüzünlü şeyler yazmayacağım.
@11 ulan beş kişi çıkıp sen yaz dese yazacaktım da tadım kaçtı hüznüm katlandı. ve hatta kanatlandı. kimse bir başkasını dinlemek istemiyor. açıkçası hak da veriyorum onlara. neyse...
@4 biz neyi sizden öğrenecek değiliz diyorsun demek tutanki...
boş mu dedik len sana. böyle alınganlıklara fıtık olup hüzünleniyorum.
cesaretimi kırdınız sevgili kutup ayıları. şiirlerini paylaşmakta zaten çekingenim bir de bu isteksizliği görünce...
ne yapayım daha da hüzünleneyim bari. o kadar serzenişte bulunduk. vay arkadaş yaa...
(bkz:
1747 kelimeyle hüznümün bir kısmını anlamanızı sağlasam)
@2 kardeşim ben zaten adamın hastasıyım, söz konusu parçası ve birçok parçası da iyidir ve onların da hastasıyımdır. yine de tavsiyen için teşekkürler ama bu kitapçıya kitap tavsiye etmek gibin bir şey oldu benim durumumda. neye başlamama neden olan etmenlerden birisidir mercan dede. günlerimi bu adamı dinleyerek geçirdiğim oldu bazen.
mercan dede'nin
tutsak isimli parçasında geçen,
ceza tarafından sarf edilen sözler...
1747 kelimemi pek istemezük diyorsunuz, o halde en azından bir şarkıya kulak verin. beni biraz anlatıyor bu şarkı.
yalnız 4:55'ten sonrasını dinlemeyin orada yıldız tilbe garip bir gülüş atıp garip laflar etmeye başlıyor, orasından mesul değilim;
www.youtube.com/...
sözleri;
--!
alıntı !--
Ey gökyüzü... Aydınlık mısın benim kadar ve karanlık
Hasret yakarmış, kavuşmak varmış
Güneşten sıcak, sudan çıplak
Sanırım hiçbir şey yok aramızda aşktan başka...
Vay hayat, ey hayat..!
Denizde vardı oltam bir balık tuttum zannettim
Baktım hepsi rüyaymış mekanım yanmış bir orman
Ve tek seçimse çaresizlik ona inanma
Göz gördüğünden korkmaz
Eski bensem bir çiçek olsam da solmam
Anlatsın bilen kimse
Hep çeken bilir demişler çekense susmuş
Hep konuşmuş çekmeyen kim varsa
Anlatsın derdi çeken hüzün kaplı yüzlerinde
Kırışmakta dertler bir de
Ellerinde kürek kazma
Ve der ki şeytan yazma
Ben uysam neyle anlatırım neyle anlarım
Ben anlatmazsam hangi sazla mürekkebim elimde kağıdım aynam
Gönlü saydam olan anlar ancak
işte sayfam hergün intihar eşikte ve umutlar beşikte
Bu dünya kapkaranlık ışık başka yerde herkes peşinde
Herkes sandığı kadar iyi olsaydı keşke
En azından ay beklerdi üstümde yalnız gecede
Başka seveceksin başka türlü başka şekilde başka biçimde
Güneşten sıcak, sudan çıplak...
Martıların kanadı gibi...
Tutsak..!
Hiç kimsenin kalbi yok
Bu benim kendi alın yazım seveceğim başka yolu yok
Hiç kimsenin şansı yok
Bu benim kendi alın yazım seveceksin başka yolu yok
Seveceksin başka yolu yok...
--!
alıntı !--
bir sürü kitap, bir dükkan, bir sürü müşteri, onca kitap onca müşteri bu dükkanda bir sürü şey okunmak üzere bir sürü insana ulaştırılıyor ancak birisi bile eğilmiyor hüzün kitapçısının bizzat kendi yazdığı şiirlere. evet güzel şeyler olmayabilirler belki ama nezaket de ölmedi ya.
herhalde bir şairin vardığı son noktadır karanlık denizlerin diplerinde. para falan bile istemiyor, sadece okunmak istiyor heyhat insanlar ayıracak bir on dakikayı bile çok görüyor ona. çok yazık lan. hüzünlendirdiniz yine.
hani bedavaya şiir sunuyoruz, hiçbir uğraşta da bulunmayacaksınız beyler bayanlar, hizmeti ayağınıza getiriyoruz. üstelik her allah'ın günü burada birileri şiirlerini paylaşmıyordur herhalde, hani size de değişiklik olur, bir farklılık olur. ama işte bunlar hep hüzün. insanların çoğunu anlamıyorum, onlar da beni.
@8; 8 yıldır şiir yazıyorum ve sadece kendim okuyorum lan. hüzün yüklü şiirlerim ama hiç bu kadar dibi görmemişti. hep sakladım şiirlerimi çünkü yeterince güçlüydüm. kütüphanemin bir rafı şiir defterlerimle dolu ama hep saklı kaldılar ve istiyorum ki saklı kalsınlar ama 15 mayıstan 31 mayıs'a kadar yazdığı şiirler, o 16 günde yazdığım şiirler çok ağır, yüklerini tek başıma taşımak istemiyorum onların, başkaları okursa eğer onları, yüreğim az da olsa hafifler gibi hissediyorum. 1747 kelime lan. şiir... bir şey değil, on bilemedin on beş dakika sürer okuması yavaştan alsan bile.
biliyorum burası bir kültür yuvası değil, edebiyat sitesi de değil ama ne bileyim işte be yaa...