@4 oğlum yapmayın lan şöyle şeyler. sahiden üzülüyorum lan.
şiir defterimin 16 günlük bir kesiti bu... çekingenim bu konuda. ve de tabi hüzünlüyüm.
böyle bir şey yapsam. geçen zamanda defterlerime karaladığım bir kısım şiiri temize çektim az evvel. hüznümün anlaşılması belki bir avuntu olur bana. bütün kaynağı bu şiirler kapsamıyor ama hüznümün bir miktarını açıklıyor. ama şu var; özet geç, okumadım durumumuz yoktu vs. yapmayın. gerekiyorsa eksi verin ama siz öyle yapınca ben çok hüzünleniyorum.
ayrıca şiirlerimi birileriyle paylaşmak konusunda pek utangacımdır ama bugün ulaştığım tepe noktada kendim de şaşırdığım üzre böyle garip bir ihtiyaç duyuyorum. bana lütfen cevap verin eğer kendimi bu şiirlerideki kesitlerle az da olsa anlatsam bana kulak verir misiniz? hüznümü anlamaya çalışır mısınız?
daha düne kadar önemli bir konuda kesin karar vermiş olduğumu düşünüyordum. birkaç saatim var önümde hayatım için önemli bir dönüş noktası için karar vermek için ama şimdi zıt kefesi terazinin ağır basıyor ve dengeye geliyor sonra yine bu kefe ağır basıyor. ahhh kafam acıyor, sol şakağım zonkluyor, beynim mikiliyor.
@2 sol şakağım ve hüzün...
eyvallah @1 eyvallah kuzum. ama ıslandı çoktan kitaplar. simitlerim de ıslak zaten, hüzünlü simitler... yazık hüznümü onlara da bulaştırdım. halbuki bir avuç susam, bir miktar pekmezdi onlar, hiçbir suçları yoktu şu dünyada bana yaklaşmaktan gayrı. hüzne boğdum ve ıslattım onları...
ıslandı her şey... misal geçen gün bizim kitapçıya bir tahliya pompası bağlattım. resmen su alıyordu dükkan hüzün hüzün ühühühü deyü deyü...
bu sefer ciddi bir doz aşımı söz konusu olsa gerek. sol şakağımdan vurulmuş gibiyim.
yani daha önce hiç sol şakağımdan vurulmamıştım ama vurulsam böyle hissederdim herhalde.
ağğğğhhhhhh. sol şakağım.
şimdi de ağrımı bizzat sol şakağımın ağzından dinleyiniz; "zonk zonk zonk...."
çok ağrıyor lan.
@5 hüzün kitapçısı diye sor kim olsa gösterir. ya da göz yaşlarını takip et, hüzünleri takip et, bütün hepsi bana çıkar.
@2 hem de özel simitler var. hüzünlü simitler, hüzünlü susamlar.
böyle ne biçim bir hüzün bilemezsiniz. ne ben anlatabileyim ne de siz anlayabileyin...
yaptığınız yarışma da pek boş efenim. gelin benim kitapçıda sahici bir bilgi yarışması yapalım bir gün. kazanana bir çay bir simit bir de kitap vereceğim. ama burada yaptığınız bu saçma iş... an itibariyle 162 entari girilmiş bilgi yarışmasına. bu ne lan... 162...
soğtuyorsunuz len. soğ-tuy-or-sun-uz. bakın rahatsız oldunuz deymi? bir şeyler yanlış olunca rağatzıs oluyorsunuz.
işte burada da bir şeyler yanlış sözlükte bilgi yarışması olmaz. zurnada peşrev olmaz.
bütün aydınların katılması gereken zirve.
kuran güzeldir @15
okumasını bilmek gerekir. derinine dalmak gerekir. benim hayatım şöyle özetlenebilir;
bir ıssız adadayım. deniz kuran, ada dünya. ben bu denizin derinliklerine dalmam gerektiğini hissediyorum ve dalmaya başlıyorum, nice güzel şey olduğunu görüyorum orada ancak derinlere indikçe ilerlemenin zorlaştığını görüyorum. bu yüzden kendimi kitaplara veriyorum, dostoyevski, dino buzzatti, franz kafka, pablo neruda, cahit sıtkı tarancı, ahmed haşim, nazım hikmet, umberto eco, tolstoy, yaşar kemal, şeyh galip, shakespear, edgar allan poe, amin maalouf, mevlana vs.vs bunların hepsi ve kitapları adadaki malzemeler ben bu malzemelerle kendime dalış ekipmanları yapıyorum, minik bir deniz altı oluşturmaya çalışıyorum. çalışmalarımın sonunda büyük bir özlemle denize dalıyor ve daha derine inmeye çalışıyorum.
işte hayatımın motivasyonunu anlattım. kitaplarla olan ilişkimi anlattım.
en büyük şaşkınlığım ise hemen herkesin yüzeyde dalgalarla boğuşuyor oluşunu görmek, hatta bundan büyük keyif aldıklarını görmek. gerçi çoğunluk yanlış yoldadır ayeti tam da bunun içinmiş gibi düşünüp dalışlarımı devam ederim böyle zamanlarda ama ne zaman rutin dalışlarımdan biri için kitaplarımı geride bırakıp dünyadan uzaklaşıp sahile insem denizdeki bu manzara hayrete düşürür beni.
işte bu dalgalarla boğuşan insanlardır ki kuran'ı bir kitapmış gibi okurlar. sayfaları çevirirler ama sayfaların içine girmezler, arapçasını okur türkçesini bilmez, türkçesini okur kalpleriyle kavramayı denemezler. sözcükler gözlerinden girer ama beyinlerinde meçhul bir noktaya gider. ya da kaybolurlar ince ayrıntılarda, ya da kibirlidirler, zaten cennetlik olduklarını düşünür ellerindekiyle yetinir inançlarını sağlamlaştırmak için kullanırlar kuran'ı, bildiklerini düşündüklerinden yeni bir şey çıkmayacağını düşünürler sayfalardan. ne de olsa yüzyıllardır buradadır kuran ve niceleri okumuştur onu. zannederler ki bu kitap eskidi. hayır kardeşim, dalgalar, evet yüzyıllardır aynılar ama dipteki akıntılara bak sen nasıl da dinamikler. ve ney dinle biraz, bak nasıl da haber veriyor ayrılıklardan ve nasıl da fısıldıyor sana bazı sırları bilinçsizlik düzeyinde. kuran'ı oku ama hakkını ver. işte o zaman yaratılmışların şereflisi olan insanoğlu, o zaman anlayacaksın bu kitabın ne kadar güzel olduğunu. ve sevgili insanoğlu, kuran'ı sehiplenen zahirileri bir yana bırak. onlar bir sandığa koymuşlar onu ve din tekellerindeymişçesine sahipleniyorlar onu. bir avuç sakal, bir tarz giyim kuşam ve biraz da oruç namaz işlerini tamamlar sanıyorlar ve nasıl da kibirliler, nasıl da her şeyin kendilerinden sorulmasını bekliyorlar. nasıl da cehenneme layık görüyorlar kendilerinden olmayanları, korkunçtur bu insanlar. sakın onların korkunçluğunu ve cahilliğini kuran'a yükleme kardeşim.
ehehe nedense sevdim ben bu cevabı.
evet kardeşlerim. onu da size soruyorum. :)
*
güzel kuran'da alkolün yararlarının da olduğu ancak zararlarının daha fazla olduğu bildirilir.
(kaynak: bakara 219)
iki haftada bir her pazar. susam yağı bıcı bıcısı. bu bazen karşı çıkıyor; "baba yaaa, yarın yapalım..." filan... ama kuruyacak sonra geri zekalı... sonra benden niye ses çıkmıyor. oğlum sen kamışsın, organik materyalsin. ona göre yaşa.
benim ney pinokyo gibin bir şey. ben de gepetto. gerçi neyimi yapan ben değilim, sevgili ustam... ama çocuğu gibi seven onu, işte o benim. her banyodan sonra özenle vanilya özü süren, her üfleyişimden sonra başpareyi kurulayan ve onu mantarların çirkin istilasından koruyan, her akşam onu düz yatağına yatırıp ilerde kemik sorunları yaşamamasını, eğilip bükülmemesini amaçlayan benim. günden güne renginin koyulaşmasını büyüyen çocuğunu izler gibi izleyen, sesinin hafif hafif kalınlaşmasını ve oturmasını mutlu göz yaşlarıyla seyreden adam benim.
peri annesi ise... onu bilmiyorum. belki o da benim ruhuma ilham veren ve böylece nefesimin dönüştüğü ezgileri canlı ve masalsı kılan kişi, sevdiğim kişi, yürekten bağlı olduğum kişi olabilir. benim üzerimden can vermiştir neyime.
ne kadar hüzünlü bir hikaye...
üff. slk :s
hüzün kitapçısı diye bir şey var. ilallah dedirtiyor yaaa.
önce hüzün ve kitaplardan bıktırdı şimdi de ney babam ney...
bi
tirsin gitsin af edersin.
bence böyle sitem etmeli her düşünebilen sözlük bireyi. bence hüznünü, kitaplarını ve neyini de al git mesajı vermelisiniz bana. bence açıkça vermelisiniz bu mesajı.
bir başka sefer neyimin üstüne oturuyorum. ney üç parçaya ayrılıyor. yapıştırsam mi diye düşünüyorum uzunca bir süre hüzünlendikten sonra. ama akordu bozulur diyorum ciddi ciddi. sonra neyim için elimden bir şey gelmeyeceğini anladığımda bir dostum ölmüşcesine ağlıyorum.
sonra uyandım ve bütün gün rüyamı düşündüm. akşam eve dönünce saatlerce ney çaldım. sonra onu yatağına yatırdım. sahiden var bir yatağı şaka değil. böyle düz bir yüzey. aksi takdirde kamış bükülür ve notaların hassas ayarları değişir. başpareyi de düz yüzeyin dışına vermek gerek. yoksa başı da eğilir başpare tarfının aksi yönüne ki bu da ses çıkışını çok kötü etkiler. volüm düşer, kalitenin yerinde yeller eser. ohooo...
çok kötü şeyler. hep kötü uyanırım böyle kabuslar ardından. bir keresinde neyimle metroya binmişim. nedense kılıfsız almışım yanıma. halbuki çok hoş sert bir kılıfı var. oldukça koruyucu. neyse metro duruyor aniden, ben demire tutunayım derken sertçe demire çarpıyorum neyi. kamış ikiye bölünü veriyor. ağlamaklı oluyorum ve koşarak metrodan iniyorum. ne yapacağımı düşünüyorum. bunu ustama nasıl açıklayacğım. neyime sahip çıkamadım. ne diye kılıfsız taşıdım ki onu? gibi uzun uzun iç muhasebe yapıyorum. istasyonun merdivenlerini ciddi bir tükenmişlikle çıkıyorum. uyanıyorum.
terlemişim, kalbim kuş çırpınırcasına atıyor. yüzümü yıkıyorum. üstünden belki iki ay geçti bu rüyanın ama ne rüyam canlılığını yitirdi ne de uyandığımda duyduğum korku. neyimin sağlam olduğunu görünce duyduğum haz da dün gibi aklımda.
bir odadayız. birkaç silahlı adam. neyim masanın üstünde duruyor, ben de ona vanilya özü sürüyorum. ateş ettiler. rast perdesinden vuruldu neyim sonra bir de acemaşiran perdesine kurşun geldi. ney üçe bölündü. kabusum bitti. ter içindeyim yatakta. neyime baktım. yağ tankında. başparesi dışarda ve evet tek parça...
çünkü yağ tankına koydum kendisini. kitap da okuyasım yok. uyuyayım mı bari?
ne mallaştım lan. insan niye bunu sözlüğe yazar ki? hem de saçma olduğunu bu
la bildiğimi de gösteriyorum. ilginç. ne mantığı var bu yazdıklarımın? hüzünlendirdi yine bu manasızlık. üff be yaa...
@5 yazık olmuş ya... hüzünlendim senin adına...
öte yandan geçmiş olsun. çok acıyor mu sol böbreğin?
ben de gülmüyorum aga :(
insanların uyumuş olma ihtimalleri var. ne güzel. ne güzel... ben uyuyamıyorum...
neyse bunlar bir yana bu saatte abes olur, uyudun mu falan. yapma etme.