soldaki 219 entariye karşılık burada, sağ tarafta sadece 93 entariye sahip bu şirin arkadaş. "niye böyle olduk?" diye sağ tarafın ciddi bir iç muhasebeye girmesi gerek muhakkak. sağ tayfa daha mı az seviyor sözlüğü, daha mı az bağlı sözlüğün adına, kimliğine?
buradaki hüznü göremiyor musunuz? 219'a 93... üstelik sağ taraf daha çok yazar, yazdığı onca şeyin içinde ne kadar da az yer veriyormuş meğer kutup sözlük'e. hüzün, hüzün, hüzün.
ciddiyim ahali. ciddi ciddi söylüyorum bunu. bu izbe yer, bu izbe saat... dışardaki mavi gök kadar ciddiyim burada olduğum için. işte bu ciddiyet hüzünlendiriyor beni. ben hep ciddiyim neredeyse. gün doğarken ve batarken, ay dolarken de yükselirken de. ben hep ciddiyim sevinirken ve üzülürken. hep ciddiyim lan. böyle olmamasını isterdim. belki kitapların yan etkisi belki de ciddiyetimdir bana kitap okutan. çok uzun zaman önce kaybettim çocuksuluğumu, çok erken yitti. onu muhafaza etmeye devam edebilen akranlarıma nasıl da imreniyorum, hele bazı yaşlılar benden daha çocuksular. ne kadar güzel. ne güzel... ama ben ciddiyim, müzik dinlerken, film izlerken. ben ciddiyim yemek yerken. ben ciddiyim hep. dans ederken dahi, bir şeyi kutlarken dahi, diyelim mumları üflerken; işimi çok ciddiye alırım. bütün mumların sönmesi pek önemlidir. kutlamanın önüne geçer buna verdiğim vehim. ben ciddiyim hep severken bile öyleyim, hep öyleydim ben, hep öyleyim.
şimdi efenim bu deniz pek güzel bir deniz, bu denize bakan insanlar da haliyle öyle oluyor. romalılar boşuna sahiplenmek istememiş "bizim denizimiz" diye.
(bkz:
mare nostrum)
bu deniz bir başka yakamozlanır ve güneş tepede olduğunda bir başka menevişlenir. bu denizin dalgaları bir başka seslenir kulağa ve bir başka köpürür dalga dalga üstüne. bu denizin halkları haklı olarak etkilenirler bundan ve her ne kadar farklı kıyılarında otursalar da bir şeyler aynıdır ruhlarında, deniz insanı değiştirmeye muktedirdir. akdeniz de bunun en iyi örneğidir, zira insanları ta yüreklerinden etkilemiştir, onları denize bakarak güzel şarkılar üretmeye, şahane bir sıcaklık ve duygusallık geliştirmeye itmiştir.
(bkz:
akdeniz insanları)
uykusuzluktan mı bilemiyorum. uykusuzluktan yakınmaya hakkım yok muhtemelen çünkü kendim uyandım. ama yazmaya başlıyorum ve gözlerim kapanıyor. yanıyor gözlerim. yazık, uyuyor olmam lazımdı şu sıralar. hüzünlendim be yine ya. bir gotan project iyi gider şimdi, bir de sigara. sonra da bir sabah duşu.
hiçbir neden yokken, sadece uyandım.
yeni
lar okunmalı, yeni kitaplar nihayete ermeli, yeni perdeler açılmalı önümde. biraz bal toplamalıyım çiçeklerden, kitaplar beni bekler. bizim kitapçının kapısında şöyle bir yazı asılıdır; "okumazsan yazamazsın." derin bir söz olmadığını kabul etmek gerekir peşinen, ancak doğruluğu da yadsınamaz. masama kurulacağım ve kalemimle beraber kitaplara gömüleceğim. kalem meselesi önemlidir. bazı kitap severler kalemi saygısızlık görürler, kitabın altını çizmek iğrençmiş, kusmunçmuş ve kabul edilemezmiş. ama bu bir düşünce yoğunlaştırıcısıdır, ayrıca okuyucu ister ki yıllar sonra, okuduğu kitabı eline aldığında sayfaları hızlıca çevirdiğinde görsün nereler dikkatini en fazla cezbetmiş, nereler beğenisini kazanmış fazlaca.
yazacaklarımı yazdım, şimdi okumaya dönmeliyim.
öyle bir hüzün ki ne ben anlatabilirim ne de siz farkına varabilirsiniz. sorularla açık edilemez, cevaplarla ortaya dökülemez.
@2; tanım manım yok ki?
(bkz:
kilim a)
eskiler derler ki bu kilim özel labaratuarlarda çok gizli bir deney sonucu inanılmaz kimyevi bileşenler içeren bir iplikten dokunmuş. projede çalışan bilim insanları ortak bir isim konusunda anlaşamamışlar ve basitçe "kilim a" kod adını vermişler. ancak deneyler az zaman sonra kontrolden çıkmış. kendi iradesi olan bu akıl almaz kilim labaratuardan kaçıvermiş. sonrasını hepimiz biliyoruz, zamanda bir solucan deliğine sapmış ve alaaddin diye bir oğlanın eline düşmüş.
derler ki o zamandan beri bir grup hüzünlü bilim adamı
kilim b'yi üretmek için çaresizce çalışır.
sözlüğün bir müzik grubu olaydı da adı bu olaydı.
kutupsuzluk özlemi tabi bir diğer yandan kutup sözlük'ün olmadığı zamanları özleyen insanlar tarafından mı kurulması amaçlanan bir oluşumdur, altta yatan bu derun anlamda yatan giz nedir? kimse bilemeyecek... belki de sözlükten uzak kalan insanların sözlüğe olan özlemini tarifler bu kelimeler. belki de toplumun kutuplara ayrılmamış olduğu bir geçmişin hasreti yatmaktadır bu kelimelerin içinde...
ama isim güzel. orası muhakkak.
@3 ahaha karikatür beni kahkahaya boğdu.
sabah çayımı söylemişim, arkada güzel bir ney dinletisi, önümde meşin ciltli bir kitap. hani masanın üstüne koyunca açık kalabilen türden. bir de simit söylemişim. keyfime diyecek yok. tabi hüznümden bir şey eksiltmiyor bunlar hani ama mutluyum.
bir çocuk girdi kapıdan içeriye. 15-16 yaşlarında var belki. bıyıkları yeni terlemiş, gözlerinde yuvarlak gözlükler belli ki belli bir kitabı arıyor gözleri ama bana soracağına raflarda gezdiriyor bakışlarını dikkatli dikkatli ve hafifçe de çatarak kaşlarını. çayımdan bir yudum alıyorum, simitten bir lokma koparıyorum. susamlar dökülüyor masamın üstüne, önemsemiyorum ama kitabımın üstüne dökülen birkaç tane susamı elimin tersiyle kibarca masaya düşürüyorum. çocuk büyük bir hararetle raflarda geziniyor ve iç geçiriyor. seyretmeye devam ediyorum. çocuğun dizilişi anlayıp anlamadığını merak ediyorum. çözmüş gibi görünüyor, çünkü raflara sistemli bir şekilde bakmaya başladı şimdi. önce en üst rafa bakıyor, bir altına ve bir altına sonra sağdaki kütüphanenin en üst rafına... bu böyle sürüp gidiyor.
telefonum çalıyor. iyi okuyuculardan olduğunu bildiğim bir müşteri... karamazov kardeşlerin m.e.b baskısını arıyormuş. aslında bulması kolay ama sadece 4.cildi istiyor. eh, zor kısmı bu, kimse 4 ciltlik basımı bitmiş bir kitabın setini bozmak istemez. üstelik değerli bir basım. ayarlayabileceğimizi söylüyorum.
çocuk hala orada şimdi işaret parmağını da bu hararetli aramaya seferber etmiş. kitapların sırtını birkaç santim açıktan yalıyarak rafları daha dikkatli ve hızlıca tarıyor.
simit ve çay... devam ediyorum ve kitabımı okumaya devam ediyorum. bir sayfa ve bir başka sayfa. sonunda masamın dibinde bir silüet, başımı kaldırıyorum; çocuk.
iyi günler diliyor bana, ben de ona diliyorum. ne okuyorsunuz diyor, yaşını düşünerek; "senin bilmeyeceğin bir şey" diyorum, "iyi bir okuyucu olduğunda umarım karşına yine çıkar ve sen de okursun" diyorum çünkü okumak isteyeceğini biliyorum ve bunu okursa ona ağır geleceğini de biliyorum. doğru kitap insanın karşısına doğru zamanda çıkmalıdır. "henüz erken" diye ekliyorum. çocuk bozuluyor buna. ne aradığını soruyorum; "senin bilmeyeceğin bir şey" diyor intikam alır gibi. ve gidiyor, yürüdü çıktı kapıdan. omuzları hafifçe inmişti yere ve belli ki kırılmıştı sözlerime. ama onun için yine de hayırlısı olduğunu biliyordum içten içe onu gücendirmiş olmaktan ötürü üzülsem de.
mutlu olan herkes mutluluğu hak etmiştir. bu her ne kadar gümüş tepside sunulmuş gibi gözükse de her kim ki mutludur mutlu olmak için ne kadar çabaladğı, ne yollardan geçtiği mühim değildir. o kişi mutluluğu hak etmiştir.
uyusam bir sorun kalmayacak. bir ff
* tuşuna basmış gibi zamanda atlama yapacağım çok daha durgun bir denizin olduğu bir zaman dilimine. uyusam bir sorun olmayacak. ama perdeler ışığı engelleyeceğine huzurumu engelliyorlar. hüzün doluyor odama.
içinde hüzün olduğunu fark edince konunun uzmanlık alanıma girebileceğini düşündüm. sonra sebepsiz hüzünlenip kitaplarıma döndüm.
ama şu kadarını söyleyebilirim ki evler dönmek içindirler. bu olması gerekendir, ve pirinçlerin bir hitabet biçemi olmadığını söyleyecek olursam bu da en az ilk söylediklerim kadar geçerliliği bulunan bir şeydir.
ayrıca sevilen şehirler ve insanlar da ardda bırakılmak içindir bu da söylediğim ilk iki şey kadar ve hatta belki daha da geçerli bir durumdur.
geçmiş günlerimin hazin özeti. ben böyle yaptım. ben hep böyle yaptım.
eyvallah bernard, eyvallah...
a bookworm
(hüzünlü keman girer)
this summer
(daha hüzünlü bir telden devam eder keman)
deserve to be librarian
(schindler's list soundtrack misali bir nota dizilimine geçen keman seyirciyi ağlatmaya başlar)
but...
(müzik durur)
suddenly realize that books don't matter at all...
(ihtişamlı bir başka keman daha da hüzünle olayı ele alır)
a life, a book, and a library.
(keman...)
a men who know nothing except reading
and a discovery that shows everything but love was wrong
a desperate librarian
and melancholy...
(keman durur ama müzik türlü enstrümanlarla devam eder)
coming soon...
summer 2013.
(diğer enstrümanlar da durur)
this was a parody to
kkbb returns
thanks for reading...
bütün hikayeler aynı sevgili insanlar. uyanın artık. en azından %90'ı.
bir erkek vardır, bir kadın vardır. erkek kadına aşıktır, erkek kadını kaybeder, çabalar harcanır ve erkek kadına kavuşur.
filmler ve kitaplar böyle en azından.
ama insanların hikayeleri bununla paralellik gösterse de sonu çok daha belirsizdir.
not: istisnalar olabilir ama verdiğim %90 oran benim haksız çıkmamı engelleyecektir. çünkü %10 bütün istisnaları kapsyacak kadar cömert bir yüzdedir.
uzun bir şeyler yazabilirdim ama lafı dolandırmak dolandırıcılıkların en kötüsüdür. pişman değilim ama başka türlü olmasını dilerdim geride bıraktığım yılların. ikisi arasında bir ince çizgi var mı yoksa aynı şey mi bilemiyorum ama pişman değilim sadece başka türlü olmasını dilerdim.
20 dakikadır yazmaktaydım onu ve yanlış bir tuş ile her şey zamanın çöplüğünde yok oldu. artık ctrl+z de getiremez onu. paragraflarım beyhude yere yazılmış oldu. tam da son cümledeydim. vah vah vah.
yine hüzün, yine hüzün, yine hüzün.
burayı seviyorum. nedensizce seviyorum hem de ama bu ıssızlık benim yalnızlığımı pekiştiriyor. bu açıdan hüzünlenmiyor değilim. öte yandan bir meşgale sonuçta ve hayatımı devam attirebilmek için kitap okumaktan başka şeyler yapmak da bir zorunluluk. tek pürüz zamanımı doğru değerlendirip değerlendirmediğim şüphesi. çünkü böyle kuytu bir sözlük köşesinde pek fazla insan tarafından okunmadan yazmak bir tür zihinsel mastürbasyon hissine yol açıyor ve bir insan psikolojisi klasiği olan mastürbasyon sonrası pişmanlığa sebep oluyor. işte o noktada çok ciddi bir hüzün kaplıyor insanın içini, en azından bende öyle oluyor;
"şu kadar saatimi harcadım... ne uğruna harcadım. o zaman diliminde kaç sayfa kitap okuyabilirdim?"
bu ve benzeri düşüncelerle dolu bir esef denizinde boğulmaktan kendimi alamıyorum. sonra bunları düşünerek kaybettiğim zaman, pişmanlık duyarak kaybettiğim zaman yeni bir pişmanlığa vesile oluyor bu sefer kaybettiğim zamana üzülürken kaybettiğim zamana üzülüyorum ve bu böyle sürüp gidiyor. gün sonunda yatağıma yatarken;
"işte hüzün budur." diyor ve kendimi huzuru bulduğum biricik varlığın kollarına bırakıyorum. uyku...
kitapları seven bir insan olan ben ne demeye kitaplarımı başka insanlara verebileceğimi düşündüm bilemiyorum. benden kitap isteyen arkadaşıma kitabımı vermemek için çaktırmadan yeni kitap alıp onu veren bir insanım ben. kitaplardan ayrılmak hüzünlü ve zor bir iş.
pazar sabahı ve ben buradayım sözlük. hem de izbe bir yer burası. hem de sabah... ve bir de pazar. yine hüzünlendim be ya. boşa açmadık biz o kitapçıyı...
(bkz:
kitap)
(bkz:
hüzün)